Yazarlar: Grant Rumley, Aaron Y. Zelin
Washington Yakın Doğu Politika Enstitüsü | 17 Nisan 2025
Pekin, Uygur militanlığına dair endişeler ve Suriye ile ticari ilişkileri genişletme umutları arasında, Şam’daki yeni gerçekliğe hızla uyum sağlıyor.
Beşar Esad'ın Suriye yönetiminin düşüşü sadece Suriye ve komşularını sarsmakla kalmadı, aynı zamanda bölgede kendi nüfuzunu kurmaya çalışan bir dizi dış gücün durumunu da değiştirdi. Bu güçler arasında, Esad yönetimini korumak ve kendisini diplomasi alanında "Suriye'nin devlet egemenliğini dış müdahalelerden koruyan" olarak göstermek suretiyle, Çin de sağlam ilişkiler kurmuştu. Bu ilişki sayesinde Pekin, 2011 yılından beri Esad'a karşı silahlı ayaklanmaya katılan Çin vatandaşları ve kendi ülkesindeki şiddet ve baskıya maruz kalan Uygur Müslümanları hakkında değerli bilgilere erişmişti.
Bu karşılıklı çıkar ilişkisi, Aralık ayındaki siyasi değişiklikler nedeniyle bozuldu. Şimdi Pekin de diğer ülkeler gibi, duruma göre hareket ederek politikasını yeniden ayarlamak zorunda kalıyor. Esad düştükten sadece bir hafta sonra, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi durumdan "derin endişe" duyduğunu belirterek, "radikal ve terörist güçlerin bu kargaşadan yararlanmasının kesinlikle önlenmesi" için acil harekete geçilmesi çağrısında bulundu. Ancak, sadece iki ay sonra, Wang Yi, Çin'in Şi Hongwei büyükelçisini Suriye'ye gönderdi ve Suriye'nin geçici lideri Ahmed el-Şara (el-Eş'ar) ile görüştürdü. Çin yetkililerinin bu görünür aktif tutumu, bir yandan Pekin'in bölgesel stratejisindeki önemini, diğer yandan da Amerika'nın Levant bölgesindeki çıkarlarına karşı gizli müdahale ihtimaline karşı dikkatli yaklaşımını yansıtıyor.
Çin'in Suriye Politikasının Kademeli Değişimi
Pekin, Esad yönetiminin düşüşünden önceki yıllarda, Esad'ı kesin olarak desteklediğini tutarlı bir şekilde göstermişti. 2011'den bu yana Çin, BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını on dört kez kullanmış, bunların sekizinde Rusya ile birlikte aynı cephede durarak Esad yönetimini koruma amacıyla hareket etmişti. Pekin'in bu sürekli diplomatik koruması hatta 2023 yılında Esad ve ailesinin Çin'de ağırlanmasına kadar ilerlemiş, iki ülke liderleri o zamanki buluşmada "uluslararası adalet ve haklılığı birlikte koruma" sözü verilen ortak bir bildiri yayınlamışlardı.
Bu politika, belirli bir anlamda, Çin'in Orta Doğu politikasında bir tür ayarlama idi. 2010 yılında bölge çapında "Arap Baharı" adı altında halk hareketleri başladığında, Pekin halkın gösterilerini destekliyor görünmekten kaçınarak başlangıçta net bir pozisyon belirtmekten çekindi. Bunun yerine, uzun zamandır savunduğu "karışmama" ve "egemenlik haklarına saygı" gibi dış politika ilkelerini vurguladı. Bu tutumun arkasında, Çin'in dış güçlerin desteğiyle kendi içinde ayaklanmaların meydana gelmesinden duyduğu endişe yatıyordu.
Ancak, Libya'daki durumun değişmesi çok geçmeden Çin'in bu ilkelerini sınadı. Mart 2011'de Pekin, alışılmışın dışında, BM Güvenlik Konseyi'nin Libya'ya askeri müdahaleye izin veren 1973 sayılı kararında tarafsız kalmayı tercih etti. Bu karar, NATO'nun Kaddafi yönetimine karşı askeri harekât yapmasına zemin hazırladı. Bunun ardından yaşanan kargaşada, Çin şirketleri ağır ekonomik zarara uğradı ve Çin hükümeti yaklaşık 30 bin vatandaşını acilen tahliye etmek zorunda kaldı. Bu durum, ülke içindeki bazı analistlerin hükümetin bölge politikasındaki "tutarlılık eksikliğini" eleştirmesine neden oldu. Bundan altı ay sonra, Güvenlik Konseyi Suriye yönetimine sivillere karşı saldırılarını durdurması çağrısında bulunan yeni bir karar taslağı sunduğunda, Pekin kesinlikle reddederek veto hakkını kullandı.
Çin'in Esad'ı desteklemesindeki bir diğer önemli faktör, doğrudan ülke içi çıkarlarına, yani Uygur meselesine bağlıydı. İç savaşın patlak vermesinden önceki yıllarda, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde hükümete karşı memnuniyetsizlik hareketleri ve etnik çatışmalar yüzlerce kişinin ölümüne yol açmıştı. Bunun ardından uygulanan geniş çaplı baskılar nedeniyle, binlerce Uygur (Sincan nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan) Afganistan, Pakistan, Türkiye ve diğer ülkelere kaçtı. Çoğu, yurt dışında Doğu Türkistan İslam Partisi (TIP) ve "İslam Devleti" gibi silahlı örgütlerin saflarına katıldı. Daha sonra, bu örgütlerden bazıları Suriye'deki Esad karşıtı ayaklanmaya katıldığında, Uygur savaşçılar da onları takip ederek Suriye'ye geldi. Savaşın patlak vermesinden sonraki birkaç yıl içinde, Suriye'deki Uygur savaşçıların sayısı binlerce olarak tahmin edildi.
2015 yılında Pekin, bu savaşçıların Çin'den "yasadışı yollarla çıkarıldığını" ve Suriye, Irak ve benzer ülkelerde "terörist eğitimi" aldıklarından endişe duyduğunu bildirdi. 2016 yılına gelindiğinde, Çin ve Suriye hükümetleri bu savaşçıları izlemek için aylık bir bilgi değişimi mekanizması kurdu. Pekin'in görüşüne göre, Uygur savaşçılarının vatana dönüp ülke içinde tehdit oluşturması "fırsat kolluyor"du. Gerçekten de, birçok Uygur savaşçı, yeni edindiği savaş deneyimlerini Çin hükümetine karşı kullanma arzusunu açıkça ifade etmişti.
Pekin'in Şam'dan Beklediği Yeni Çıkarlar
Esad'ın düşüşü başlangıçta Pekin'in endişelerini daha da artırdı. Çünkü rejimi muhalifler devirmenin yanı sıra, bunu kendi saflarında Uygur savaşçılar olduğu halde gerçekleştirmişlerdi. Bu savaşçıların bazıları şimdi yeni hükümette yüksek mevkiler işgal ediyor, örneğin: Doğu Türkistan İslam Partisi'nin birkaç komutanının yeni kurulan Savunma Bakanlığı'nda subay rütbesine yükseltildiği bildirildi. Ayrıca, Başkanın özel koruma birliğinde, Orta Asya ve Kafkasya'dan gelen yabancı savaşçılarla birlikte, Uygurların da önemli rol oynadığına dair haberler yayılıyor.
Çin, bu endişelere karşı koymak için iki yönlü bir politika uyguluyor. Bir yandan, Uygur savaşçıların yeni yönetimdeki belirgin konumunu kınıyor. Çin yetkilileri, Aralık ayında bu savaşçılara "kesin darbe vurmak için uluslararası toplumla terörle mücadele işbirliğini güçlendireceğini" ilan etti. Mart ayında ise Pekin, Suriye'nin yeni liderlerinden "terörle mücadele yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmelerini" ve Doğu Türkistan İslam Partisi'ne karşı "sert önlemler almalarını" talep etti.
Diğer yandan, Çin BM Güvenlik Konseyi liderliğindeki Suriye'ye yönelik siyasi geçiş sürecini gözeten 2254 sayılı kararı desteklemeye devam ettiğini bir kez daha vurguladı. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, Çin'in daha önceki tutumunda bu kararı uygulamak için ülkeleri Suriye hükümeti (yani Esad yönetimi) ile "işbirliği" yapmaya çağırırken, Ocak ayındaki son açıklamasında siyasi geçiş sürecinin sadece 2254 sayılı kararın "ruhuna uygun olarak" ilerletilmesi gerektiğini öne sürmesidir. Bu, Pekin'in yeni duruma uyum sağlayarak politikasını ince bir şekilde ayarlamasının bir göstergesidir.
Şara'nın Denge Politikası
Şam'ı kontrol altına aldığından beri, Suriye'nin yeni liderleri uluslararası desteğe ulaşmak için geniş çaplı diplomatik faaliyetler başlattı. Bu makalenin yazıldığı zamana kadar, 600'den fazla uluslararası görüşme ve temas kurdular. Ancak, bunların içinde şimdiye kadar Çin ile sadece dört resmi temas kaydedildi:
- Şubat başında, bir Çin ticaret heyetiyle görüşerek, iki taraflı ticari işbirliği olanaklarını müzakere edildi.
- Şubat sonlarında, Çin Büyükelçisi Şi Hongwei, Başkan Şara ve Dışişleri Bakanı Şeybani ile görüştü.
- Mart sonlarında, Büyükelçi Şi Hongwei, Dışişleri Bakanı Şeybani ile tekrar görüşerek, "Çin'in Suriye'nin egemenlik hakkına, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı duyduğunu", "iç işlerine karışmayacağını" tekrar vurgulayarak, "mevcut zor durumun aşılması, Suriye'nin geçiş sürecinin başarıyla tamamlanması için destekleyeceğini" bildirdi.
- Mart ortalarında, Suriye Tarım Bakanı, Suriye-Çin İşbirliği Derneği temsilcileri heyetiyle görüşerek, tarım alanındaki yatırım fırsatları ve kırsal altyapı iyileştirme stratejileri hakkında fikir alışverişinde bulundu.
Siyasi bağları yeniden kurmak ve ekonomik çıkarları ilerletmeye yönelik bu ilk girişimler, Pekin'in 2021'de Amerika'nın Afganistan'dan çekilmesinden sonra ve Taliban yönetimi yeniden ele geçirdikten sonra uyguladığı pragmatik politikayı Suriye'de de tekrarladığını gösteriyor olabilir. O zamandan beri, Taliban daha önce Doğu Türkistan İslam Partisi'nin önemli bir müttefiki olmasına rağmen, Çin Afganistan ile siyasi ve ekonomik açıdan herhangi bir ülkeden daha yakın ilişki içinde olmuştur. Bunun nedeni, Afganistan'dan gelen tehditlerin, Suriye veya diğer Orta Doğu bölgelerinden gelen tehditlere kıyasla coğrafi olarak Çin'e daha yakın ve doğrudan olmasında yatıyor olabilir. Taliban hükümeti, Afganistan topraklarının Çin ve diğer ülkelere yönelik dış saldırılar için üs olmayacağını defalarca vaat etti. Her ne kadar bu söz, Afganistan'daki Çin diplomatlarını ve tüccarlarını hedef alan "İslam Devleti - Horasan Vilayeti" (ISKP) grubu için tamamen geçerli olmasa da, şimdiye kadar Doğu Türkistan İslam Partisi üyelerinin Afganistan topraklarını kullanarak Çin'e karşı saldırı planladığına dair bir kanıt yok.
Suriye'nin yeni liderleri aslında Heyet Tahrir el-Şam (HTS) örgütünden gelseler de, şimdiye kadar gösterdikleri siyasi pratikleri Taliban'a kıyasla oldukça ılımlı. Ayrıca, Suriye dışındaki yabancı savaşçıların eylemlere karışmasını "kırmızı çizgi" olarak görüp kesinlikle yasaklıyorlar. Örneğin, 14 Ocak'ta Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi'nin yönetimini devirmeye çağıran bir Mısırlı savaşçıyı derhal tutuklama emri verdiler.
Yakın zamanda, Doğu Türkistan İslam Partisi yenilenmiş tüzüğünü açıklayarak, örgütün adını eski haline, yani "Doğu Türkistan İslam Partisi"ne (ETIP) döndürdüğünü bildirdi. Bu, mücadele hedeflerini sadece Sincan meselesine odakladıklarının bir sinyali. Bu nedenle, yeni tüzükte Çin'e karşı mücadele özellikle vurgulanırken, örgütün daha önceki yirmi yılında, yani TIP'den ETIP'ye dönüştüğünden beri önem verdiği uluslararası cihat fikri bir miktar yumuşatılmış. Birçok açıdan bu örgüt, Taliban ve HTS'nin başarılı olmuş ve belirli bir derecede başarı kazanmış "siyasal cihatçılık" modelinin etkisine uğramış gibi görünüyor. Bu değişimlerin pratikte ne gibi sonuçlar doğuracağını şimdi kesin olarak söylemek zor. Ancak, ETIP'nin bu stratejik yönelimi, şüphesiz, Pekin'in Afganistan ve Suriye'deki Uygur savaşçılarına olan endişesini daha da güçlendirecektir.
Politika Rehberliği ve Öneriler
Her ne kadar Çin'in Esad sonrası Suriye ile kurduğu bağlantı şimdilik sınırlı olsa da, yeni hükümetteki Uygur savaşçıları meselesinden endişe duyarken, onlarla ilişkilerini iyileştirmeye açıkça çalışıyor. Eğer Washington mevcut soğuk tutumunu yeni Suriye hükümetine karşı sürdürürse, o zaman farkında olmadan Pekin'in işlerini kolaylaştırma tehlikesiyle karşılaşabilir. Tarihte Şam'ın geleneksel müttefiki Rusya olsa da, şu anda Çin'in sağlayabileceği büyük ekonomik yardımı sağlayabilecek güce sahip değil. Özellikle, on dört yıllık savaş yıkımından sonra, Suriye'nin ekonomik kalkınma ve yeniden inşa ihtiyacı her zamankinden daha acil olduğu bir dönemde, bu daha da belirgin hale geliyor.
Bu nedenle, Pekin'in Şam ile ilişkilerini güçlendirmesine fırsat vermemek için, Washington derhal net ve pratik bir müdahale planı hazırlamalıdır. Bu plan, Şara'nın geçici hükümetiyle işbirliği, Suriye'ye uygulanan ekonomik yaptırımları hafifletme ve Genel Lisans 24 (General License 24) kapsamında verilen ekonomik muafiyetleri genişleterek daha geniş ekonomik fırsatlar yaratmaya odaklanmalıdır. Böyle yapmak, bir yandan Suriye'nin yeni hükümetini Batı dünyasına yakınlaşmaya teşvik ederken, diğer yandan da Çin'in bu önemli Orta Doğu ülkesinde kendi nüfuzunu genişletmesini ve bölgesel istikrara gizli tehdit oluşturmasını önlemeye yardımcı olacaktır.
Yazarlar Hakkında
Grant Rumley: Washington Yakın Doğu Politika Enstitüsü'nün Mesel-Goldberg kıdemli araştırmacısı ve Diane ve Guilford Glazer Vakfı Büyük Devletler Rekabeti Derneği'nin Orta Doğu programı direktörü.
Aaron Y. Zelin: Washington Yakın Doğu Politika Enstitüsü'nün kıdemli araştırmacısı, araştırmaları Kuzey Afrika ve Suriye'deki Sünni Arap cihatçı grupları, yabancı savaşçılar ve cihatçılığın çevrimiçi yönelimine odaklanıyor. Ayrıca "Siyasal Cihatçılık Çağı: Heyet Tahrir el-Şam Araştırması" adlı makalenin yazarı.
Kaynak: Washington Yakın Doğu Politika Enstitüsü