Tarim petrol sahasına yerleştirilen Çinli göçmenler sabah egzersizinde. 14 Eylül 2003, Taklamakan.
Amsterdam muhabirimiz Asiye Uygur hazırladı
2025.01.07, RFA
"Nüfus sömürgesi"nden doğan fikirler: Ukrayna ve Uygurlar
Çin yönetimindeki "Tanrıdağ Ağı" 2 Kasım'da özel bir haber yaparak, İli Şehri (İli Vilayeti) Kamu Güvenliği İdaresi'nin basın toplantısında, göçmen nüfusun 6 aylık oturma izniyle İli şehrine yerleşebileceğini ve nüfus işlemlerinin en hızlı şekilde bir günde tamamlanacağını duyurdu. Bu durumun 2024 yılı 18 Aralık'ta açılan "Xinjiang Eğitim Konferansı"ndan hemen sonra gerçekleşmesi tesadüf değil, aksine bu Çin'in Uygur topraklarına Çinli nüfusu büyük ölçekte yerleştirmedeki araçlarından biridir. İli şehrinde çıkarılan göçmen nüfus veya Çinli nüfusun Uygur topraklarına şartsız yerleştirilmesine dair politikalar tek başına bir durum olmayıp, Uygur topraklarının tüm bölgelerinde ortaklaşa uygulanan göçmen yerleştirme politikasıdır.
Bilindiği gibi, Çin'in Uygur topraklarına Çinli göçmenleri yerleştirmesindeki temel sebep, Uygurları bu topraklardan tamamen yok etmeyi hedeflemesidir. Ancak, göçmen yerleştirme süreci göç eden halk için uygun yaşam ortamı, yeterli su kaynağı, tarım arazisi ve bahçelerin olmasını şart koşar. Her ne kadar Uygur topraklarının yüzölçümü 1 milyon 660 bin kilometrekare olsa da, bu geniş arazinin insanların yaşamasına uygun olan alanı 2015 yılındaki Çin istatistiklerine göre sadece %9.7 olarak kaydedilmiştir. Hatta Uygur topraklarındaki %10'a bile ulaşmayan yaşanabilir arazi oranının 1950 yılındaki %4.3'ten 60 yıllık zorlu çabalar sonucunda %9.7'ye çıkarıldığı propaganda edilmiştir.
Bu istatistiklerde Uygur topraklarındaki nüfus yoğunluğunun her bir kilometrekareye 337 kişi düşecek derecede yüksek olduğu ve Çin'in kıyı bölgelerindeki nüfus yoğunluğundan çok farklı olmadığı ortaya konulmuştur. Ancak buradaki fark şu ki, Çin'in kıyı bölgelerindeki nüfus yoğunluğu yeterli su ve toprak kaynakları temelinde oluşmuştur. Fakat Uygur topraklarında, özellikle Güney Uygur bölgesinde su ve toprağın kapasitesine uygun olmayan derecede nüfus yoğunluğu oluşturulmuş ve verimli arazilerdeki nüfus kapasitesi en üst sınıra ulaşmıştır. Çin her ne kadar 60 yılı aşkın süre çabalayıp, verimli arazi miktarını genişletmede bir miktar başarı elde etmiş olsa da, bu başarı Uygur topraklarının daha fazla nüfusu barındırabileceği anlamına gelmemektedir. Uygur topraklarının ekolojik çevre yapısının son derece hassas olduğu ve bir kez tahribata uğrarsa, onu eski haline getirmenin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Bu istatistikler o dönemde Güney Uygur bölgesinde Uygur nüfusunun hızlı artışını ekolojik çevreye zarar verdiği şeklinde gösterip, Uygurların nüfusunu kontrol altına almanın bilimsel dayanağı olarak yayınlandığı söylenebilir. Çünkü söz konusu istatistiksel araştırmada hükümetin Uygur bölgesinde aile planlaması politikasını sürekli uygulayarak, Güney Uygur bölgesindeki nüfus artışını ciddi şekilde kontrol altına alması gerektiği; Güney Uygur bölgesindeki Uygur nüfusunu esas alan tek milletli nüfus yapısını değiştirmek için, Uygurları Çin eyaletlerine, Çinlileri Uygur topraklarına yerleştirmek; nüfus kapasitesi yoğun olan verimli arazilerdeki (Tarim Havzası çevresi) nüfusu ekolojik göçmen olarak başka yerlere taşıma önerisi verilmiştir. Şaşırtıcı olan şu ki, Çin hükümeti 2014 yılında Uygur topraklarına Çinli göçmenleri yerleştirmeye yönelik avantajlı politikaları ilan etmiş olup, bu politikaların Güney Uygur bölgesinde daha da kolaylaştırılacağını duyurmuştu.
Uygur topraklarındaki yaşam ortamına bakıldığında, gerçekten de yukarıdaki istatistiksel araştırmada ortaya konulduğu gibi insanların yaşamasına uygun verimli arazilerin oranı son derece düşüktür. Böyle bir durumda Çin hükümetinin nüfus kapasitesi Çin'in kıyı bölgeleriyle aynı orana ulaşmış olan Güney Uygur bölgesine Çinli göçmenleri yerleştirmeyi kolaylaştırması insanda soru işareti uyandırıyor: Acaba, Çin hükümeti Uygurların hayatını hiçe mi sayıyor, göçmen Çinlilerin hayatı umurunda bile değil mi? Elbette, öyle değil. Çin Uygur topraklarında insanların yaşamasına uygun verimli arazileri artırmak için geçen yıllardan beri çok çabaladı. Yakın zamanda Taklamakan Çölü'nün 3046 kilometrelik çevresini yapay yeşil alanla çevreleyebilmesi de tam olarak bu çabaların bir parçasıdır. Bunun dışında Tibet Platosu'ndaki nehir ve akıntıların suyunu Uygur topraklarına aktarma girişimi de, eğer Hindistan'ın güçlü karşı çıkışı olmasaydı çoktan başlamış olacaktı. Yani Çin Uygur topraklarının ekolojik ortamını iyileştirme kapasitesini çoktan hazırlamış olup, Uygurların nüfusu ne kadar artarsa artsın, sadece ekolojik ortam iyileştirildiği takdirde bunun etkisi az olacaktı.
Aslında, buradaki asıl mesele nüfusun artmasının ekolojik dengeye uygun olmaması değil, aksine Uygur nüfusunun artmasının Çin'in güvenliğine tehdit oluşturmasıyla ilgilidir! Asıl amaç da Uygur topraklarının ekolojik ortamını korumak değil, aksine Uygur topraklarındaki Uygur nüfusunu azaltmak veya tamamen yok etmektir.
Çin geçen yetmiş yılı aşkın süredir Uygurları kendi topraklarından tamamen yok etmek için çeşitli önlemler uyguladı, ancak Çin'in devlet politikasındaki istikrarsızlık ve çeşitli dalgalanmaların etkisiyle Uygurları etkili bir şekilde yok etmek Çin için ekonomik reform dönemine kadar uygun olmadı. "Kültür Devrimi" sona erdiğinde ise, Çin en ağır siyasi ve ekonomik krize düşmüş olup, reform yapmazsa iktidarı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. İşte böyle bir dönemde Deng Xiaoping'in reform kararı Çin'e yeni bir umut verdi. Bu arada Uygurlar da birkaç yıl kendini toparlamak için fırsat buldu. Çünkü bu yıllarda Çin her ne kadar reformu başlatmış olsa da, bu reformun sadece ekonomik alanla mı sınırlı kalması gerektiği yoksa siyasi reformun da yapılması mı gerektiği konusunda henüz net bir karara varmamıştı.
Çin'in iç kesimlerinde Hu Yaobang, Zhao Ziyang gibi ekonomik ve siyasi reformun birlikte yürütülmesi taraftarları da, Deng Xiaoping'in çevresindeki sadece ekonomik reformla sınırlı kalıp, siyasi reform yapmama taraftarları da vardı. Ancak 1982 yılında Wang Zhen'in talebiyle Deng Xiaoping'in sözde "Xinjiang Üretim ve İnşaat Kolordusu"nu yeniden kurma talebini kabul etmesi, siyasi reformun asla yapılmayacağı konusunda verilen Çin'in pratik cevabıydı. Siyasi reformun yapılmayacak olması aslında Uygurların bundan sonra özerklik haklarının da asla uygulanmayacağı anlamına geliyordu.
Bu nedenle 1985 ve 1988 yıllarında Uygur öğrencilerin Uygur topraklarında özerkliğin gerçek anlamda uygulanmasını talep eden büyük ölçekli gösterileri ortaya çıktı. Bu karşı çıkışlar Çinli gençlerin de 1989 yılı yazındaki Tiananmen öğrenci hareketine yol açtı. Bu üç kez gerçekleşen öğrenci hareketlerinin hepsi Çin'de siyasi reformun yapılması, özellikle Batı'nın demokratik sistemine yönelme talebiyle ortaya çıktı. 4 Haziran 1989'da Tiananmen öğrenci hareketi Çin tarafından kanlı bir şekilde bastırıldıktan kısa bir süre sonra, yani 1992 yılında Deng Xiaoping Çin'in gelecekteki siyasi yönelimi hakkında talimat verdi. Bu talimat Çin tarihinde "Deng Xiaoping'in Güney Seyahati Konuşması" olarak tanındı. Bu talimatın 1990 yılında Uygur topraklarındaki "Barin İhtilali"nden sonra ortaya çıkması bir tesadüf değil, elbette! Çünkü Deng Xiaoping bu dönemde siyasi reform yapmadan, Çin ekonomisini geliştirerek, komünist Çin iktidarını koruyup kalmaya yarayacak en iyi yöntemi bulmuştu.
Bu yöntemlerden biri tam olarak Uygurları Çin'in iktidar düşmanına dönüştürerek halkın iktidara olan hoşnutsuzluğunun odak noktasını değiştirmek; diğer taraftan, uluslararası arenada "vurulan hesabı başkasına bildirmemek" (韬光养晦) ve "ses çıkarmadan zenginleşmek" (闷声发大财) yöntemi aracılığıyla dünyayı Çin'de siyasi reformun da er ya da geç olacağına inandırarak kendini güçlendirmekti. Aslında, Çin tam olarak Deng Xiaoping'in talimatları doğrultusunda ilerleyerek, hem Uygurlara dünyanın gözünde soykırım yaptı ve bunun soykırım olmadığına bazı ülkeleri inandırma amacına ulaştı. Diğer taraftan, Batı dünyasını Çin'in demokratikleşeceğine inandırarak, onlarla yoğun siyasi ve ticari ilişkiler kurarak, bugünkü ekonomik güçlenmeye temel attı.
Aslında, 90'lı yıllardan bu yana Uygurların genel kaderine bakacak olursak, "Aile planlaması" ve "Üç güç" bahane edilen politikaların her biri Uygurları yok etmeyi hedefleyerek yürütüldü. Uygurlar ise sözde uluslararası terörizme karşı mücadele dalgasının en büyük mağduru olan bir millete dönüştü. Bu politikaların sonucunda geçen otuz yılı aşkın sürede büyük miktarda Uygur nüfusu yok edilmekle kalmayıp, aynı zamanda Uygurların gelecek otuz yıldaki nüfusunun azalacağı gibi büyük bir trajediye de sebep oldu. Çin hatta bugüne kadar, Uygurları nasıl uluslararası yasalara uygun bir şekilde engelsiz yok etmek için elinden gelen tüm yöntemleri kullanmaktadır.
Uygurlarda "Tahta kazanda bir kez yemek pişer" diye atalardan kalma bir atasözü vardır ve Çin'in sahtekarlığı bugün ister Çin'de isterse uluslararası alanda olsun ifşa olup, dünya çapında rezil olmasına neden oldu. Demek ki, bugün Çin'in yalanlarına son derece dikkatli yaklaşan bir durum Çin içinde ve dışında genel olarak oluştu. Böyle bir durumda Çin'in Uygur topraklarına göçmen yerleştirme planının gerçekleşme durumuna bakacak olursak da, işlerin Çin'in beklediği gibi gitmediğini görmek zor değil!
Geçen yüzyılın 80'li yıllarında sözde "reform"un etkisiyle Çin'in kıyı bölgelerine akın eden göçmenlerin çoğu kıyı bölgelerine yerleşti. Onların çocukları kıyı bölgelerindeki yüksek tüketim ortamında doğdu, yetişti ve büyüdü. Kıyı bölgeleri tüm dünyaya açıldı. Ancak, Uygur toprakları sadece Orta Asya, Rusya gibi ülkelere açıldı. Kıyı bölgelerine göç edenler için tüm dünya ile ticari ilişki kurmak veya bu ticari ilişkiden fayda sağlama fırsatı vardı. Fakat Uygur topraklarının Çin için özel hassas bölge olması sıfatıyla bu tür ayrıcalıklardan yararlanması şimdilik mümkün değil.
Kıyı bölgelerinde Çinlilerin yabancı ülkelerle olan ticari ilişkisi veya yabancı şirketlerin kıyı bölgelerine gelip yatırım yapması Uygur topraklarındaki gibi büyük kısıtlamalara maruz kalmamıştı. Bu şartlar altında Uygur topraklarının sözde "Bir Kuşak Bir Yol" projesindeki batıya açılmanın kapısı olduğu adıyla abartılı tanıtımı gerçekçi değil. Uygur toprakları hala Çin'in güçlü siyasi baskısı altında istikrarı koruma önlemleri aracılığıyla yönetilen bir yer. Böyle bir yere göçmenlerin kendi istekleriyle göç etmesi pek mantıklı değil. Sadece kıyı bölgelerinde yaşama imkanı olmayanlar veya Çin hükümetinin avantajlı politikaları hakkındaki propagandalarına aldananlar bu tür göçmenler safında yer alabilir.
Daha da önemlisi son zamanlarda Çin içindeki internet platformlarında yayınlanan yazılarda, Çin'in vaatlerine inanıp Uygur topraklarına göç eden Çinlilerin hoşnutsuzluklarına dair içerikler yaygın şekilde paylaşılmakta. Belki de bu tür hoşnutsuzluklar nedeniyle Çin Uygur topraklarına göçmen yerleştirmede büyük engelle karşılaşmaktadır.
Bu durumda ister Uygur topraklarının ekolojik ortamı nedeniyle olsun ister siyasi atmosferi nedeniyle olsun, büyük miktarda Çinli göçmeni yerleştirmek Çin için büyük ekonomik maliyet ve ağır siyasi baskıya dayanmayı gerektiren zorlu bir yoldur!