Pakistan’ın Uygur Politikası: Ulusal Çıkarlar ile İnsan Hakları Arasındaki İkilem

Hazırlayan: Uygur Araştırma Enstitüsü

Pakistan’ın dış politikası, bölgesel güvenlik tehditleri, ekonomik bağımlılık ve Müslüman dünyasında liderlik iddiası gibi karmaşık ve çelişkili öncelikler arasında bir denge kurma mücadelesidir. Bu denklemin merkezinde, Çin ile giderek derinleşen stratejik ittifakı yer alır; özellikle Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) amiral gemisi projesi olarak bu ilişkiyi güçlendirmiştir. Ancak, bu ittifak, Pakistan’ın Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki Uygur krizine yönelik tutumunu şekillendirmiştir. Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yönelik toplu gözaltılar, zorla çalıştırma, kültürel yok etme, dini baskılar ve diğer insan hakları ihlalleri, uluslararası insan hakları örgütleri tarafından sistematik bir şekilde belgelenmiş ve kınanmıştır. İnsan hakları perspektifinden bakıldığında, Pakistan’ın bu kriz karşısındaki sessizliği ve zaman zaman aktif işbirliği, yalnızca jeopolitik bir pragmatizm değil, aynı zamanda derin bir ahlaki ve insani çöküş olarak değerlendirilmelidir. Özellikle, Pakistan’ın Hindistan ile devam eden güvenlik sorunları ve bu bağlamda Çin’e olan bağımlılığı, Uygur meselesinde Çin’in politikalarına destek vermesinin temel bir nedeni olarak öne çıkmaktadır. Dahası, Pakistanlı YouTuberların Çin’in Doğu Türkistan politikalarını savunma yarışına girmesi, bu sessizliğin kamuoyu algısını şekillendirme çabalarıyla nasıl desteklendiğini ortaya koymaktadır. Bu analiz, Pakistan’ın Uygur politikasına tarihsel bir perspektif sunarak, Hindistan faktörünün ve sosyal medya propagandalarının etkisini vurguluyor; politikanın insani, iç, bölgesel ve küresel boyutlarını derinlemesine inceliyor ve Pakistan’ın ulusal çıkarlar ile insan hakları arasındaki ikilemini sorguluyor.

Tarihsel Arka Plan: Çin Yanlısı Politikanın Kökenleri ve Ziyaülhak İstisnası

Pakistan’ın Çin ile ilişkileri, 1960’larda başlayan stratejik bir ittifak olarak şekillenmiştir. Soğuk Savaş döneminde, Hindistan ile olan rekabet, özellikle Keşmir meselesi ve sınır anlaşmazlıkları, Pakistan’ı Çin ile yakınlaşmaya itmiştir. Çin, Hindistan’a karşı bir denge unsuru olarak Pakistan’a askeri ve diplomatik destek sağlamış, bu da iki ülke arasındaki bağımlılığı artırmıştır. Ancak, Uygur meselesine yönelik politikası, 1977-1988 yılları arasında Pakistan’ı yöneten eski Cumhurbaşkanı Ziyaülhak dönemi hariç, büyük ölçüde Çin’in çıkarlarına uyumlu bir çizgide ilerlemiştir. Ziyaülhak döneminde, Pakistan, Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine karşı daha sempatik bir tutum sergilemiş, bazı Uygur mültecilere sığınma sağlamış ve Çin’in bölgedeki politikalarına karşı mutedil eleştiriler yöneltmiştir. Bu dönem, Pakistan’ın İslam dünyasında liderlik iddiasını güçlendirme çabaları, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı mücadele ve Soğuk Savaş dinamikleriyle şekillenmiştir.

Ziyaülhak dönemi dışında, Pakistan’ın Uygur politikası, stratejik sessizlik ve Çin’e destekle karakterize edilmiştir. 1990’lardan itibaren, Çin’in küresel ekonomik ve askeri gücünün yükselişi, Pakistan’ın bu ittifaka olan bağımlılığını daha da artırmıştır. 2015’te başlatılan CPEC, 62 milyar dolarlık yatırımla Pakistan’ın altyapı, enerji ve ulaşım sektörlerini dönüştürmüş, Çin’i Pakistan’ın en kritik müttefiki haline getirmiştir. Bu ekonomik bağımlılık, Hindistan ile devam eden güvenlik sorunlarıyla birleştiğinde, Pakistan’ın Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine karşı eleştirel bir duruş sergilemesini neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Hindistan’ın bölgesel güç olarak yükselişi ve Keşmir’deki gerilimler, Pakistan’ı Çin’in askeri ve diplomatik desteğine daha fazla ihtiyaç duyar hale getirmiştir. Örneğin, Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Keşmir meselesinde Pakistan’ın pozisyonunu destekleyerek Hindistan’a karşı bir denge unsuru olmuştur. Bu bağlamda, Çin’in Uygur politikalarını eleştirmek, Pakistan için yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda güvenlik açısından da stratejik bir risk oluşturur.

Pakistan’ın Çin yanlısı tutumu, resmi açıklamalarda da açıkça görülmektedir. 2019’da bir Pakistanlı diplomat, Doğu Türkistan’da dini veya kültürel baskı olmadığını iddia ederek Çin’in “terörle mücadele” anlatısını desteklemiştir. 2021’de ise dönemin Başbakanı İmran Han, Doğu Türkistan konusundaki soruları geçiştirerek Çin’e olan güvenini vurgulamış ve Batı’nın eleştirilerini siyasi olarak nitelendirmiştir. Bu tarihsel tutarlılık, Pakistan’ın Uygur krizine yönelik politikasının yalnızca ekonomik zorunluluklarla değil, aynı zamanda Hindistan ile güvenlik odaklı jeopolitik stratejilerle şekillendiğini göstermektedir.

İnsan Hakları Krizi: Uygur Mültecilerin Trajedisi

Pakistan, Doğu Türkistan’daki zulümden kaçan küçük ama son derece savunmasız bir Uygur mülteci topluluğuna ev sahipliği yapmaktadır. Ancak, insan hakları perspektifinden bakıldığında, bu mülteciler temel hak ve özgürlüklerden yoksun bir şekilde yaşamaktadır. Çin makamlarının baskısı altında, Pakistanlı yetkililer, Uygurları gözetim altında tutmakta, taciz etmekte ve bazı durumlarda sınır dışı etmektedir. Raporlar, Pakistan’ın güvenlik güçlerinin Çin ile istihbarat paylaşımı yaparak Uygur topluluklarını izlediğini ve bazı mültecilerin Çin’e iade edildiğini göstermektedir; bu kişiler Çin’de işkence, hapis veya daha kötü muamelelerle karşı karşıya kalmaktadır.

Uygur mültecilerin durumu, özellikle 2023 Ramazan döneminde dramatik bir şekilde kötüleşmiştir. Çin’in Doğu Türkistan’da oruç tutmayı yasakladığı haberleri, Pakistan’daki Uygur aileler üzerinde artan gözetim ve tehditlere yol açmıştır. Yasal statüden yoksun birçok Uygur, ikamet veya vatandaşlık elde etme konusunda bürokratik engellerle karşılaşmakta, bu da onları sınır dışı edilme riskine açık hale getirmektedir. Kasım 2023’te, Radio Free Asia, Pakistanlı yetkililerin birkaç Uygur mülteciyi gözaltına aldığını bildirmiş, bu da uluslararası insan hakları örgütlerinin tepkisini çekmiştir.

Pakistan’daki Uygurlar, Çin’in uzun kolunun etkisi altında korku içinde yaşamaktadır. Çin makamlarının, Pakistanlı yetkililere Uygurların faaliyetlerini izleme ve hareketlerini kısıtlama konusunda baskı yaptığı bildirilmiştir. Dünya Uygur Kongresi, Pakistan’ı “Çin’den kaçan Uygur Müslümanlara baskı yapmakla” suçlamış ve bu politikaların açık bir insan hakları ihlali olduğunu vurgulamıştır. İnsan hakları perspektifinden, Pakistan’ın bu tutumu, yalnızca mültecilere yönelik bir ihmal değil, aynı zamanda Çin’in sistematik baskı politikalarına aktif bir suç ortaklığıdır. Bu politikalar, 1951 Mülteci Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve diğer uluslararası insan hakları normlarına aykırıdır, Pakistan’ı insan hakları ihlalcisi konumuna getirmektedir.

İç Dinamikler: İslami Dayanışma İddiasının Çöküşü ve YouTuber Propagandası

Müslüman çoğunluklu bir ülke olarak Pakistan, tarihsel olarak Keşmir, Filistin ve diğer Müslüman toplulukların haklarını savunan bir devlet olarak konumlanmıştır. Ancak, Doğu Türkistan’daki Uygur krizine yönelik sessizliği, bu iddiayı gölgede bırakmaktadır. İnsan hakları perspektifinden, bu sessizlik, Pakistan’ın İslami dayanışma ilkesine ihanet ettiğini ve ahlaki bir çöküş yaşadığını göstermektedir. Müslüman hakları için mücadele eden dini ve cihatçı grupların bu konuda suskun kalması, özellikle dikkat çekicidir. Bu grupların sessizliği, devletin sıkı kontrolü, Çin’e ekonomik bağımlılık ve Hindistan ile güvenlik kaygılarının yarattığı stratejik zorunluluklarla açıklanabilir.

Kamuoyu düzeyinde, Uygur meselesine yönelik farkındalık sınırlıdır, ancak sosyal medya platformları, özellikle X, bazı Pakistanlıların Uygurlarla dayanışma gösterdiğini ortaya koymaktadır. Örneğin, Doğu Türkistan’daki oruç yasağı gibi olaylar, halk arasında tepki uyandırmış, ancak bu tepkiler devlet tarafından bastırılmıştır. Yerel medyanın Uygur krizine sınırlı yer vermesi ve hükümetin ulusal güvenlik anlatısı, toplumsal tartışmayı engellemiştir. Ancak, daha endişe verici bir gelişme, Pakistanlı YouTuberların Çin’in Doğu Türkistan politikalarını savunma yarışına girmesidir. Bazı popüler Pakistanlı içerik üreticileri, Çin’in bölgedeki politikalarını “terörle mücadele” ve “ekonomik kalkınma” olarak çerçeveleyen videolar yayımlamıştır123. Bu videolar, Çin’in resmi anlatısını benimseyerek, Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlallerini ya görmezden gelmekte ya da meşrulaştırmaktadır. Bu içeriklerin çoğu, Çin’in Pakistan’daki ekonomik projelerini öven bir ton taşırken, Uygur meselesini tartışmaktan kaçınmakta veya meseleyi Çin’in iç meselesi olarak sunmaktadır.

Bu YouTuberların faaliyetleri, insan hakları perspektifinden bakıldığında, Pakistan’ın kamuoyu algısını şekillendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Çin’in finansal desteği veya devlet teşvikiyle üretildiği düşünülen bu içerikler, Pakistan toplumunda Çin’e yönelik olumlu bir imaj yaratmayı amaçlamaktadır. Ancak, bu propaganda çabaları, Uygur Türklerinin yaşadığı trajediyi görünmez kılmakta ve Pakistan’ın İslami dayanışma iddiasını daha da zayıflatmaktadır. YouTuberların bu yarışması, aynı zamanda Pakistan’ın ifade özgürlüğü ortamındaki kısıtlamaları da ortaya koymaktadır; zira eleştirel sesler susturulurken, Çin yanlısı içeriklerin önü açılmaktadır. İnsan hakları savunucuları, bu tür içeriklerin, Pakistan toplumunda Uygur krizine yönelik farkındalığı bastırdığını ve hükümetin ahlaki sorumluluktan kaçışını desteklediğini belirtmektedir. Bu durum, Pakistan’ın kendi vatandaşlarının ifade özgürlüğünü kısıtladığını ve İslami kimliğini jeopolitik çıkarlar uğruna feda ettiğini göstermektedir. Bu çelişki, özellikle gençler ve aktivistler arasında hükümete yönelik hoşnutsuzluğu körüklemektedir, bu da uzun vadede iç istikrarsızlığa yol açabilir.

Bölgesel ve Küresel Bağlam: Hindistan Faktörü ve İnsan Hakları Normlarıyla Çatışma

Pakistan’ın Uygur politikası, bölgesel ve küresel jeopolitik dinamiklerle yakından bağlantılıdır. Hindistan ile devam eden rekabet, özellikle Keşmir meselesi ve sınır çatışmaları, Pakistan’ın dış politikasını şekillendiren temel unsurlardır. Hindistan’ın bölgesel güç olarak yükselişi, Pakistan’ı Çin’in askeri, ekonomik ve diplomatik desteğine daha fazla bağımlı hale getirmiştir. CPEC, yalnızca ekonomik bir proje değil, aynı zamanda Hindistan’a karşı stratejik bir denge unsuru olarak görülmektedir. Çin’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Keşmir konusunda Pakistan’ı desteklemesi ve Hindistan’a karşı diplomatik bir kalkan sağlaması, bu ittifakın güvenlik boyutunu güçlendirmiştir. Bu bağlamda, Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur politikalarını eleştirmek, Pakistan için yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda Hindistan karşısında hayati bir müttefiki kaybetme riskini doğurur.

Müslüman dünyasında, Pakistan’ın sessizliği, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi platformlarda da yankılanmaktadır. İİT, Doğu Türkistan konusunda yalnızca ılımlı açıklamalar yapmış ve Çin’in terörizmle mücadele anlatısını desteklemiştir. Bu, Çin’in BRI projeleri aracılığıyla Müslüman ülkeler üzerindeki ekonomik nüfuzunu yansıtmaktadır. Pakistan’ın bu konsensüse uyumu, insan hakları yerine ekonomik ve güvenlik çıkarlarını önceliklendirdiğini göstermektedir. İnsan hakları savunucuları, bu tutumu, Müslüman dünyasının kolektif bir ahlaki başarısızlığı olarak değerlendirmektedir.

Küresel düzeyde, Pakistan’ın tutumu, Batı ülkeleriyle ilişkilerini zorlaştırmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Kanada, Doğu Türkistan’daki ihlaller nedeniyle Çinli yetkililere yaptırımlar uygulamış ve hesap verebilirlik çağrısında bulunmuştur. Pakistan’ın Çin’in yanında yer alması, Batı ile ekonomik ve diplomatik bağlarını riske atmaktadır. Birleşmiş Milletler’de Pakistan’ın Çin’in “yeniden eğitim” kamplarını savunan açıklamalara katılması, bu ihaneti daha da açık hale getirmiştir. İnsan hakları perspektifinden, bu durum, Pakistan’ın evrensel insan hakları ilkelerine olan bağlılığını terk ettiğini ve otoriter bir rejimin ihlallerine destek verdiğini ortaya koymaktadır.

İnsan Hakları Perspektifinden Sonuçlar: Ahlaki ve İnsani Çöküş

İnsan hakları perspektifinden, Pakistan’ın Uygur politikası, yalnızca bir sessizlik değil, aynı zamanda Çin’in Doğu Türkistan’daki kültürel soykırım olarak tanımlanan politikalarına aktif bir suç ortaklığıdır. Çin’in politikalarını destekleyen açıklamalar ve Uygur mültecilerin gözetimi ile sınır dışı edilmesi, Pakistan’ı uluslararası insan hakları hukukunun ihlalcisi konumuna getirmektedir. Bu politikalar, Pakistan’ın kendi Müslüman nüfusunun haklarını savunma iddiasıyla çelişmekte ve İslami dayanışma ilkesini yerle bir etmektedir.

İçeride, Pakistan’ın sessizliği ve YouTuberlar aracılığıyla yürütülen propaganda, halk arasında hoşnutsuzluk yaratmakta ve hükümetin ahlaki meşruiyetini zayıflatmaktadır. Uygur krizine yönelik farkındalığın artması, özellikle gençler ve aktivistler arasında, hükümete yönelik eleştirileri körükleyebilir. Bu, uzun vadede iç istikrarsızlığa yol açabilir. Küresel düzeyde, Pakistan’ın tutumu, Müslüman dünyasındaki liderlik iddiasını zedeler ve uluslararası toplumda insan hakları savunucusu olarak güvenilirliğini ortadan kaldırır.

Pakistan’ın politikalarının insani maliyeti, Uygur mültecilerin yaşadığı trajedide açıkça görülmektedir. Bu mülteciler, Pakistan’da güvenli bir sığınak bulmak yerine, Çin’in baskıcı politikalarının uzantısı olan bir ortamda yaşamaktadır. Pakistan’ın bu politikaları, yalnızca Uygurların değil, aynı zamanda kendi ahlaki ve insani değerlerinin de ihlalidir.

Sonuç

Pakistan’ın Uygur politikası, insan hakları perspektifinden bakıldığında, ulusal çıkarlar ile insan hakları arasındaki derin bir ikilemi yansıtan bir trajedidir. Hindistan ile devam eden güvenlik sorunları, Pakistan’ın Çin’e olan bağımlılığını artırarak, Doğu Türkistan’daki Uygur krizinde sessiz kalmasını ve Çin’in politikalarına destek vermesini zorunlu kılmıştır. Ziyaülhak dönemi hariç, Pakistan’ın Çin’in Doğu Türkistan politikalarına verdiği tutarlı destek, yalnızca stratejik bir tercih değil, aynı zamanda evrensel insan hakları normlarına bir ihanet olarak değerlendirilmelidir. Pakistanlı YouTuberların Çin’in politikalarını savunma yarışına girmesi, bu sessizliğin kamuoyu algısını şekillendirme çabalarıyla nasıl desteklendiğini ortaya koymaktadır. Uygur mültecilerin yaşadığı insani kriz, Pakistan’ın uluslararası hukuk yükümlülüklerini ihlal ettiğini ve Çin’in baskı politikalarına suç ortaklığı yaptığını göstermektedir.

Doğu Türkistan’daki Uygur krizine küresel farkındalık arttıkça, Pakistan, ahlaki kimliği ile jeopolitik öncelikleri arasında bir uzlaşma bulmak zorundadır. Hindistan ile güvenlik kaygıları ve Çin’e olan ekonomik bağımlılık, bu uzlaşmayı daha da zorlaştırsa da, Pakistan’ın ahlaki ve insani sorumluluklarını tamamen göz ardı etmesi, hem iç hem de uluslararası meşruiyetini riske atmaktadır. Uygur krizi, Pakistan’ın dış politikasının ahlaki sınırlarını test eden bir turnusol kağıdıdır; bu testten geçip geçemeyeceği, yalnızca Uygurların değil, aynı zamanda Pakistan’ın kendi geleceğinin de kaderini belirleyecektir. Pakistan’ın bu krizde alacağı tutum, onun yalnızca bir devlet olarak değil, aynı zamanda bir ahlaki aktör olarak kimliğini yeniden tanımlayacaktır.

2 Mayıs 2025