Turkistan Times, 9 Eylül 2025 - Doğu Türkistan’ın (Çin’in tanımıyla “Xinjiang”) sokaklarında yaşayan milyonlarca Uygur için hayat artık sadece geleneksel bir baskı rejimi değil, tamamen dijital bir kafesin içinde sürüyor. Parmak izi taramaları, yüz tanıma kameraları, akıllı telefonlardaki casus yazılımlar, evlerin önüne kurulan QR kodlu tabelalar, hatta market alışverişlerinden toplu taşıma hareketlerine kadar her şey bir gözetim ağına bağlanmış durumda.
AP’nin kapsamlı araştırmasına göre bu ağın kalbinde, Amerikan teknoloji devlerinin sağladığı donanım, yazılım ve yapay zekâ sistemleri var. IBM’in sağladığı veri tabanı altyapıları, Intel ve Nvidia’nın işlemcileri ve grafik kartları, bir zamanlar inovasyonun sembolü olan ürünler, bugün Uygurların mahremiyetini ve özgürlüğünü yok eden bir aygıta dönüşmüş durumda.
“Normal” İşbirliklerinden Etnik Profiling’e
Eski mühendislerin AP’ye aktardığına göre, işbirlikleri başlangıçta “akıllı şehir” ve “trafik yönetimi” gibi barışçıl amaçlarla sunulmuştu. Fakat kısa sürede algoritmalar, “anormal davranışları” tespit edecek şekilde uyarlandı.
Bu “anormal davranış” kategorisinin içine ne girdi dersiniz?
Namaz kılmak,
Uzun sakal bırakmak,
Telefonunda Kur’an uygulaması bulundurmak,
Yurt dışındaki akrabalarla konuşmak.
Bir Uygur’un günlük hayatındaki en basit dinî ya da kültürel pratikleri bile artık sistemin uyarı listesinde “şüpheli faaliyet” olarak işaretleniyor.
Milyonların Hayatını Altüst Eden Sistem
IBM’in veri altyapılarıyla desteklenen “öngörücü polislik” yazılımları, kişilerin sosyal bağlantılarını ve davranış kalıplarını puanlıyor. Düşük puan alan binlerce Uygur, mahkeme kararı olmadan gözaltına alınıyor. Yüz tanıma kameraları, Urumçi’den Kaşgar’a kadar şehirleri bir açık hava hapishanesine dönüştürüyor.
Sonuç: Bir milyondan fazla Uygur, “eğitim kampı” adı verilen toplama merkezlerinde zorla tutuldu. Aileler parçalandı, çocuklar yatılı devlet okullarına alındı, geleneksel Uygur kimliği bir algoritmanın kara kutusunda eritilmeye çalışıldı.
Kurumsal Körlük: Kâr İçin Sessizlik
Araştırmada vurgulandığı gibi, insan hakları uyarıları ortaya çıkmasına rağmen, birçok Amerikan şirketi Çin ile işbirliğini sürdürdü. Yüksek kâr oranları, etik kaygıları gölgede bıraktı. Şirket yöneticileri, bu ürünlerin baskı aygıtında kullanıldığını bile bile iş anlaşmalarını “normal küresel ticaret” olarak sundu.
Bir Uygur aktivistin ifadesiyle:
“Bizim özgürlüğümüzün yok edilmesinde, Silicon Valley’nin mühürleri var. Çin bizi dijital olarak zincirledi ama zincirin halkalarını Amerika üretti.”
Küresel Sonuçlar: Doğu Türkistan’dan Dünya’ya
Bu teknolojiler yalnızca Doğu Türkistan’da kalmadı. Çin, burada test ettiği gözetim modellerini Afrika’dan Ortadoğu’ya, hatta Latin Amerika’ya kadar birçok otoriter rejime ihraç ediyor. Uygurların acısı, küresel bir gözetim rejiminin laboratuvarına dönüştü.
Bulletin of the Atomic Scientists’in uyardığı gibi, bu model dünya genelinde mahremiyetin ve özgürlüğün altını oyabilir. Uygur toplumu için bu, kimliğin ve varlığın silinmesi; dünya için ise baskıcı dijital devletlerin yükselişi anlamına geliyor.
Hesap Sorma Zamanı
Uluslararası hukukçular, bu işbirliklerinin “insanlığa karşı suçlara ortaklık” anlamına gelebileceğini tartışıyor. Council on Foreign Relations da Çin’in Sincan’daki uygulamalarını “soykırım” olarak tanımlamış durumda. Eğer bu doğruysa, Amerikan şirketlerinin sağladığı teknolojiler bu soykırımın en kritik araçları oldu.
Uygur diasporasının çağrısı net:
Daha sıkı ihracat denetimleri,
Kurumsal şeffaflık,
İnsan haklarını merkeze alan teknoloji politikaları.
Çünkü bugün Doğu Türkistan’da yaşanan, yarın dünyanın başka köşelerinde tekrarlanabilir.
Sonuç
Doğu Türkistan’da yaşayan sıradan bir Uygur için artık hiçbir an “özel” değil. Yürürken kameralar, konuşurken dinleme cihazları, düşünürken bile puanlama sistemleri… Hepsi, bir mühendislik laboratuvarında tasarlanmış ama bugün bir halkın üzerine çelik bir ağ gibi örtülmüş.
Ve bu ağın kablolarında yalnızca Pekin’in imzası değil, Silicon Valley’nin damgası da var.