Doğu Türkistan’da milyonlarca Uygur Türkü, yüksek teknolojili polis rejimi altında kimliksizleştirilmek isteniyor. Toplama kamplarında işkence, cinsel saldırı ve zorla asimilasyonla karşı karşıya kalan kadın, erkek ve çocuklar; camiye gitmekten bayrak taşımaya kadar en temel haklardan mahrum bırakılıyor. Çin, soykırımı “meslekî eğitim” maskesiyle gizliyor.
Baran Dergisi, 09.09.2025
Doğu Türkistan’da son yirmi yılda din, dil ve kültür eksenli baskılar hızla kurumsallaştı. “Güvenlik” bahanesiyle cami ve mezarlıklara müdahale edildi, pasaportlara el konuldu, kitle gözetimi hayatın her noktasına yayıldı. Dijital takip ile fiziki denetim iç içe geçti; kontrol noktalarında telefon teslimi dayatıldı, evlerin kapılarına QR kodları yapıştırılarak hane hane fişleme yapıldı. Bu süreç, “yeniden eğitim” başlığı altında kamplara kapatmalarla derinleşti; aileler parçalandı, Uygurca eğitim daraltıldı, kadınların giyisilerine müdahale edildi.
Ruhi Çenet videoda Sincan’ın “anbean kontrol edilen” bir polis eyaletine dönüştürüldüğünü anlatıyor. Tahminen 1-3 milyon Uygur Türkünün “meslekî eğitim” adı verilen tesislerde alıkonulduğunu, kampların son bir yılda üç kat büyüdüğünü belirtiyor. Uluslararası baskı artınca Pekin’in BBC ve başka ekipleri seçilmiş merkezlere götürerek “okul” imajı vermeye çalıştığı; bu ziyaretler öncesinde gözetleme kulelerinin ve parmaklıkların kaldırıldığı, boş alanların spor sahasına çevrilerek vitrin hazırlandığı vurgulanıyor. Tesislerde yetişkin erkeklerin üniforma giydiği, gün sonunda evlerine dönemedikleri; sınıflarda “Çin Komünist Partisi’ni seviyorum” gibi cümlelerin yazdırıldığı ve haftalık Çince marşlarla sadakat telkini yapıldığı aktarılıyor.
İşkence, cinsel saldırı, zulüm
Videoda kamplardan sağ kurtulan veya yakınlarını kaybeden mağdurların ifadeleri yer alıyor. Gülbahar Celilova’nın anlatımı; çıplak aramalar, ağır kelepçeler, uzun sorgular, susuz ve uykusuz bırakma, zorla imza attırma, kameralarla sürekli izleme gibi uygulamaları ortaya seriyor. 14 yaşından 80 yaşına kadar kadınların aynı koğuşlarda tutulduğu, iğneler ve ilaçlardan sonra adetlerin kesildiği, cinsel saldırıların yaşandığı, aklî dengenin bozulmasına varan travmaların görüldüğü ifade ediliyor. Uygurca konuşmanın yasaklanması, koğuşların sık değiştirilmesi ve “birbirinizle anlaşmayın” talimatları, kimlik ve dayanışmayı kırmaya dönük zihnî işkencenin parçası olarak anlatılıyor.
İnanca saldırı
Tanıklıklarda kadınların camiye girişinin yasaklandığı; mavi zemin üzerine beyaz ay-yıldız ya da kırmızı üzerine beyaz hilal gibi kimlik sembollerinin kullanımının engellendiği aktarılıyor. Bu yasaklar, ibadetin ötesinde, Türk-Uygur varlığının sembolik hafızasını silmeye dönük bir stratejinin parçası...
Uluslararası tablo ve Türkiye’ye dair vurgular
Videoda, 8 Temmuz 2019 tarihli mektupla 23 ülkenin kampların kapatılması ve bağımsız heyetlere tam erişim talep ettiğine değiniliyor; Çin’i destekler yönde imza atan 42 ülkenin karşı bildirisinden söz ediliyor. Çenet, Türkiye’nin ortak mektuba imza atmadığını fakat Müslüman ülkeler içinde Çin’i açıkça eleştiren ilk ülke olduğunu vurguluyor. Bu çerçeve, diplomatik ilişkiler ve ekonomik bağımlılıklar arasındaki gerilimi hatırlatıyor.
Kaynaklar ve Kuşak-Yol hattı
Sincan’ın zengin petrol, doğalgaz, uranyum ve kömür rezervlerine sahip olması; ayrıca Kuşak ve Yol projesinin ana koridorlarından birinin buradan geçmesi, Pekin’in bölgeyi “olmazsa olmaz” görmesinin başlıca sebepleri olarak işaret ediliyor. Videoda, ekonomik/lojistik hesapların güvenlik politikalarını keskinleştirdiği belirtiliyor.
Bir Doğu Türkistanlının sesi: “İki kişi kalsak da varız”
Görüşmelerde, “iki Uygur kalsak da varız” cümlesine yansıyan irade öne çıkıyor. Genç tanıklar, yazılım okumak, güçlenmek ve zulme karşı hukukî-siyasi mücadele yürütmek istediklerini söylüyor; Türkiye’den ve İslam dünyasından destek talep ediyor. Kampların kapatılması, kayıpların akıbetinin açıklanması, ailelerin birleştirilmesi ve kimliğin serbestçe yaşanması isteniyor.