İmdat Demir —filozofkirpi
Eylül 17, 2025
Sevgili Okur,
Metnimizi okurken karşınıza çıkacak dipnot numaralarına tıkladığınızda, sizi doğrudan ilgili açıklamaya yönlendirecek bir düzen kurduk. Açıklamayı okuduktan sonra aynı dipnot numarasına tekrar tıklayarak metinde kaldığınız yere kolayca geri dönebileceksiniz. —Bu sayede okuma süreciniz kesintiye uğramadan daha akıcı bir deneyim yaşayacaksınız. —Dipnotlarımız, yalnızca kavramsal tanımlar sunmakla kalmıyor; kavramların Türkiye bağlamındaki pratik anlamlarını da analiz ederek sizlere aktarıyor. Böylece karmaşık teoriler, şemalar ve teknik ayrıntılar arasında kaybolmadan, kavramların gündelik ve yerel karşılıklarını kavrayabileceğiniz pedagojik bir konfor sunuyoruz. —Yazar olarak son bir ricam var: Lütfen yazılarımızı okuduktan sonra yorum bölümüne analitik eleştirilerinizi çekinmeden yazın. Eleştiriyi değerli bulan biriyim. Nitelikli eleştirilerinizi her zaman dikkatle okuyacak, aynı bilimsel titizlik ve nezaketle yanıtlayarak sizleri bu yolculukta neşelendireceğim.
Gece olunca yatılı yurdun koğuşunda hava bile ağlıyor; dikenli tellerin gölgesi duvara düşüyor, kırmızı ışıklı kameralar göz kırpıyor, küçücük bir çocuk battaniyeye sarılıp annesinin adını fısıldıyor ama duvar yutuyor sesi—işte Çin devletinin çocuklara karşı işlediği soykırım böyle işliyor: ninniyi keserek, dili susturarak, kokuyu silerek, kalbi yalnız bırakarak. Sabah alarmı çalıyor; tek tip sıraya diziliyor çocuklar, “yanlış kelime” korkusuyla dudaklarını ısırıp gözlerini yere indiriyorlar. Teneffüste oyun yok; fısıltılar bile sayılıyor. Akşam yemekte tabakta bir kimlik dayatması; mideleri düğüm, boğazlarından annelerinin mutfağı değil, resmî bir hayat geçiyor. Haftada bir “görüntülü görüşme” var; ekrandaki anne bulanık, arka planda nöbetçi net; çocuk, ağlamamayı öğreniyor çünkü gözyaşı puan kırıyor. Bu bir “eğitim” değil, çocukluk imhası; bu bir “güvenlik” değil, çocuk kalbinin sistematik söndürülmesi; adı nettir: soykırım. Saçları aynı uzunlukta, sesleri aynı tonda, bakışları aynı korkuda; “öğretmen-anne” dedirtilen bir yabancıya iyi çocuk olmak için kendisini inkâr etmeyi öğreniyorlar. Geceleri yastık ıslak; gündüzleri eller masanın kenarında titriyor. Bir çocuğun annesiz bırakıldığı, anadilinin yasaklandığı, şarkısının tel örgüye takıldığı her gün insanlık eksiliyor; bu dünyada çocuk ağlaması duvara çarpıp geri dönüyorsa, suç yalnız o duvarı örenlerde değil, susan herkestedir. Çin devletinin bu karanlık düzenini reddediyoruz: Çocukların ninnisini geri istiyoruz, dillerini, isimlerini, oyunlarını, kokularını geri istiyoruz. Her buğulu cam, her küçük parmak izi, her titrek fısıltı bize aynı şeyi söylüyor: “Beni duy.” Duyuyoruz. Duymakla kalmıyor, söylüyoruz: Çocukların üzerinde yükselen hiçbir düzen meşru değildir; soykırım, ister mermiyle ister ninniyi susturarak işlensin, asla normalleşmeyecek. Bu çocuklar bizim vicdanımızdır; vicdan susmaz.
Hafızanın Açılış Mührü
Bir halkın yarınını öldürmek için silaha ihtiyaç yok; anneden koparılmış bir çocuk yeter. Doğu Türkistan’da yürütülen şey tam da bu: kök koparma teknolojisi. Adına “eğitim” dedikleri şey, aslında bir hafıza mühendisliği: dili budamak, oyunu susturmak, ninniyi yasaklamak, evin kokusunu devletin kireç kokusuna boğmak. Totaliter akıl fırsatı görünce hep aynı oyunu oynar: önce aileyi dağıtır, sonra dili değiştirir, ardından yüzleri birbirine benzeten bir kalıp döker. Ve “istikrar” diye alkış ister.
Buradan sesleniyorum: “Çocuk” yalnız biyoloji değil, gelecekten geriye doğru yazılan bir mektup. O mektubu yırtmaya kalkan her iktidar, önce kendi insanlığını yırtar. Çin devlet aklı bugün bunu yapıyor. Biz ise heterobilim terazisine koyup ağırlığını söyleyeceğiz: Bu, mermi atmadan işleyen bir soykırım makinesidir; dişlileri yatılı yurtlar, yağlayıcısı propaganda, çıktısı köksüz nesiller. Dünyanın vicdanı için sınav basit: Ya bu dişlileri durduracağız ya da “hiçbir şey yapmayanların ortaklığı” sayfasına adımız yazılacak.
Uygur Soykırımı: Ninnisi Çalınan Çocukluk, Tel Örgüye Takılan Gelecek
“Çocuk”u merkeze koyduğunuzda mesele çıplaklaşır. Siyaset biliminin steril kavramları, travma psikolojisinin karanlık odasında yeniden odaklanır: Biyopolitika (Foucault) [1] bedeni yönetmekle kalmaz, ruhu ve hatırayı da terbiye eder. Doğu Türkistan’da devlet, çocukların bedensel güvenliğini değil, kimliksel sürekliliğini hedef alıyor; yani bir halkın kendi kendisi olarak kalma hakkını. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin 31 Ağustos 2022 tarihli değerlendirmesi, bölgede “insanlığa karşı suçlara” varabilecek nitelikte sistematik ihlaller tespit etti; “eğitim” söyleminin arkasında zorla tutulma, korkutma, kültürel imha başlıkları belirginleşti.[2]
Bu çerçevede çocuk, devletin en “verimli” hedefidir; çünkü çocuk geçmişle gelecek arasındaki canlı köprüdür. O köprüyü yıktığınızda iki yakayı bir daha buluşturamazsınız. Arendt’in totalitarizm [3] analizinde, rejimin asıl hırsı “yeni insan” yaratmaktır; fabrikayı en kolay kurduğu yer ise okuldur, yurtlardır, yetimhanelerdir. Çocuğu “yeniden başlatmak”, toplumu yeniden başlatmanın kestirme yoludur. Bunu görmezden gelip “mesleki eğitim” diyen her açıklama, gerçeğin üstüne sürülen kalın bir boya tabakasıdır.

Dissosiyasyon Ülkesi: Uygur Soykırımında Çocuğun İçindeki Sürgün
Travma psikolojisine dönersek: Judith Herman’ın çerçevesiyle, burada kompleks travma [4] üretiliyor; yani uzun süreli, kurum tarafından uygulanan, kaçışı zor sistematik zorlama. Kompleks travmanın çıktıları—dissosiyasyon, [5] kimlik dağılması, bağlanma sorunları—yalnız bireysel değil, kuşaklararasıdır. Bu nedenle çocukları hedef alan asimilasyon politikaları, klasik polis şiddetinden daha derin bir tahribat yaratır: sessiz bir iç göç, yani kişinin kendi içinde sürgün edilmesi.
Somutlaştırayım: Zorunlu yatılılaştırma, tek dil dayatması, dini pratiklerin kriminalize edilmesi, “millî sevgi” marşlarıyla yapılan törensel disiplin… Bunların hepsi, Michel Foucault’nun “itaatkâr bedenler” [6] dediği çıktıyı verir; fakat burada hedef yalnız beden değil, dil ve hafızadır. UN OHCHR [7] raporunun cümleleri diplomasinin soğuk diliyle yazılmış olabilir; ama alt metinde kültürel varlığın imhası alarmı çalıyor. (BM İnsan Hakları Ofisi)
Heterobilim yorumu: Bu, “biyososyal kolonizasyon” [8]modelidir. Sınırın ötesinden gelen bir işgal değil, evin içine kurulan bir fabrika. Eşikten içeri girer girmez görünen kamera, değiştirilmiş müfredat, “zorunlu sevgi” ritüelleri; hepsi aynı şemaya bağlanır: köksüzleştir, ikame et, tektipleştir. Çocuğun gözünde dünya, devletin rengine boyanır. Bu yüzden “çocuk yüzlü soykırım” ifadesi retorik değil, analitik bir teşhistir.
Ve evet, bu teşhis siyasidir: Çünkü soykırım yalnız toplama kamplarıyla yapılmaz; hafızayı mühürleyen sınıf kapılarıyla da yapılır. Çin devletinin “istihdam edilebilir yurttaş” ürettiği iddiası, aslında dilsiz ve boyun eğen bir yurttaş üretme programıdır. Buna “kalkınma” diyen bürokrasinin, sahaya indiğinizde görünürdeki çocuğun gözlerini göremediği açıktır. Kalkınma mı? Köksüz bırakmanın iktisadı daha doğru isim.
Aileden Koparma ve “Devlet-Anne”: Bağlanmanın Siyaseti
Sistem, önce anne-babayı “kamp”a, “eğitim”e, “soruşturma”ya yollar; sonra geride kalan çocuk için yatılı yurt ve çocuk refah kurumu devreye sokulur. Human Rights Watch, 2018 ve 2019 raporlarında özellikle ebeveynleri gözaltında olan on binlerce çocuğun kurumlara kapatıldığını, akrabaya teslimin sistematik biçimde engellendiğini belgeledi. Bu çocuklar çoğu zaman Çince eğitim, propaganda etkinlikleri ve sınırlı aile teması rejimine maruz bırakılıyor. (Human Rights Watch)
Devlet-Anne’nin Soğuk Kucağı: Uygur Soykırımında Çocukların Koparılan Kökleri
Psikolojide bağlanma kuramı [9] (Bowlby, Ainsworth) bize şunu söyler: İlk çocuklukta güvenli bağlanma, ileriki hayatın duygusal istikrarı için temel koşuldur. Devlet, “öğretmen anne” gibi grotesk bir kavramla ikamesel annelik tasarladığında, aslında çocukta bağlanma bozukluğu inşa eder. Bu, ileride anksiyete, depresyon, öfke regülasyonu sorunları, dissosiyatif tepkiler ve otoriteye patolojik bağımlılık gibi çıktılar üretir. Siyaset teorisi açısından bu, Arendt’in dediği gibi, totalitarizmin “iç yurt” [10] kurmasıdır: Devlet, evin içine girer ve aileyi kamusallaştırır.
Sahadaki işleyiş şöyle: Akrabalar çocuğu almak istediğinde “güvenlik prosedürü” duvarına çarpar; ebeveynler “terörle mücadele” çuvalına atıldığı için vesayet hakkı kilitlenir. Devlet, çocuğun soy bağını fiilen askıya alır. Bu, hukuk sosyolojisi bakımından “kişisel statüye idari müdahale”dir. İdare, mahkemenin yerine geçer; yargı denetimi, “ulusal güvenlik” gerekçesiyle devre dışı kalır. Sonuç: Aile, devletin alt birimine dönüşür.
Psikanalitik düzlemde, çocuğun “anne imgesi” yer değiştirir. Günlük rutinde ona bakan öğretmen, kurumsal şefkat tekeli kurar. Fakat bu şefkat koşulludur: doğru marşı söyle, doğru dili konuş, doğru bayrağa bak. Şefkat, itaatle takas edilir. Çocuk, “sevilmek için ben olmamalıyım” duygusuna gömülür; bu, kimlik inkârının duygusal çekirdeğidir. Bu çekirdek, ergenlikte patlar; ya içsel çökme (öğrenilmiş çaresizlik) ya da kör öfke (kendine yönelen saldırganlık) olarak geri döner.
“Her şey çocukların iyiliği için” diyen devlet söylemi, pedagojik değil kolonyaldir. Yatılılaştırmayı “yoksulluğu azaltma” diye pazarlayan açıklamalar, ebeveyn denetimini suç gibi göstermeye yarar. Oysa sosyal hizmet bilimi, çocuğun aile yanında desteklenmesini birinci seçenek sayar; kurum bakımı son çaredir. Burada tam tersi yapılıyor: Kurumlaştırma birinci seçenek. Bu, refah değil kültürel vesayettir.
Somut veri? HRW’nin [11] belgeleri açık: Kurumda tutulan çocukların aile teması sınırlı, dil rejimi tek yönlü, içerik propagandist; amaç, “yeni bir yurttaş tipi.” (Human Rights Watch) 2022 OHCHR değerlendirmesi de, zorla alıkoyma ve korku ikliminin çocukları kapsayan boyutlarına işaret ediyor; “kamplar bitti” pazarlamasına rağmen süreklilik vurgulanıyor. (BM İnsan Hakları Ofisi)
Heterobilim yorumu: “Devlet-anne” figürü, emperyal pedagojinin maskesidir. Sevgi kelimesini duvarlara yazıp sevgiyi şarta bağlayan idare, aslında sevginin dilini gözetim lehçesine çevirir. Çocuğun omzuna konan kamera, en ağır yük. Bu yüzden diyorum: Bu düzen bir “travma fabrikası”dır—ürün: itaatkâr ve köksüz zihinler. Ve evet, bu, açıkça ahlak dışıdır.

Asimilasyon Fabrikaları: Dil, Yatılı Yurt ve Gündelik Hayatın Kolonizasyonu
Dil, yalnız iletişim değil; bir halkın evren haritası. O haritayı yakarsanız, çocuk eve dönecek adresi bulamaz. Bölgedeki “iki dilli eğitim” programının fiilî sonucu, tek dilli (Mandarin) eğitim ve ana dilin sistematik tasfiyesi oldu. Hotan (Hoten) başta olmak üzere ana dilde eğitimin tüm kademelerde yasaklandığına dair 2017 tarihli resmi yönergeler ve sivil raporlar, meselenin “eğitim reformu” değil, kültürel kıyım olduğunu gösteriyor. (Uyghur Human Rights Project)
Uygur Soykırımı Altında Çocukluk: Yatılı Yurt Kılığındaki Kışla
Bu dil rejimi, yatılılaştırmayla birleşince yirmi dört saat saatlik kolonizasyona dönüşür: Sabah Mandarin, öğlen Mandarin, akşam marş ve slogan. Müzik dersinde yerli ezgiler yerine millî marşlar, beden eğitiminde tören adımı, görsel materyalde tek tip kahraman anlatısı. Bu, Bourdieu’nün “habitus” [12] kavramıyla okursak, çocuğun bedensel-ruhsal alışkanlıklar setinin tek merkezden yeniden inşasıdır.
Saha göstergeleri bol: Yatılı okul ağının agresif genişlemesi; her ilçeye bir-iki kampüs stratejisi, “yoksul aile çocuklarına fırsat” propagandasıyla meşrulaştırılıyor. Çinli yetkililer hatta “kamp”ları “boarding school” (yatılı okul) gibi göstererek şiddeti dilde estetize etmeye çalıştı; “gerek kalmayınca kaldırırız” söylemi, gerçeği tersyüz eden bir vitrin. (TIME)
Uluslararası ve bağımsız kaynaklar, aileden sistematik koparma ile Mandarin-only [13] hattını birlikte belgeliyor. HRW’nin 2021 tarihli kapsamlı raporu, keyfî alıkoyma, işkence, zorla kaybetme gibi ağır ihlallerle birlikte kültürel tasfiyenin suç tipolojisini ortaya koydu: “Nesillerini kır, köklerini kır” ifadesi, rejimin iç mantığını özetliyor. (Human Rights Watch) 2019 sonbaharında gazetecilik ve araştırmalar, yarım milyona yaklaşan çocuk nüfusunun yatılılaştırıldığına işaret eden verileri tartışmaya açtı; bu rakamlar, tekil bir sosyal program değil, geniş ölçekli bir kimlik dönüşümü planını düşündürüyor. (Axios)
Bu arada “dinsel pratiklerin kriminalizasyonu” da çocuğu hedefliyor: Ramazan’da oruç, başörtüsü, sakal, helal beslenme pratikleri—hepsi ya alay konusu yapılıyor ya da “aşırılık” etiketiyle yasaklanıyor. Dini sembollerin silinmesi, gündelik hayatın nötrleşmesi değildir; kimliğin silinmesidir. Devletin “dine değil, aşırılığa karşıyız” retoriği, fiiliyatta İslami görünürlüğün imhası anlamına geliyor; 2023 tarihli uluslararası din özgürlüğü raporları da bu yönelimin kurumsallaştığını teyit ediyor. (State Department)
Heterobilim açısından resim net: Bu, klasik sömürgeciliğin iç mekân versiyonu. Harici işgal yerine, müfredat ve yurt üzerinden iç işgal. “Modern vatandaş” paketinin içinde dilsizlik, dinsizlik, köksüzlük bonus olarak geliyor. İtiraz eden? “İstikrarsızlık tehdidi.” Kabul eden? “Örnek öğrenci.” Bu ikili yapı, yalnız siyaseten değil, ahlaken de çürük. Çünkü çocuk, özgür rızası olmayan tek sınıf; onu ikna ettiğinizi sanmak, aslında gücünüzün karşılıksızlığını itiraf etmektir.

Uluslararası Sessizlik, Meşruiyet Tiyatrosu ve Direniş Ahlakı
Uluslararası sistemin aynasında iki görüntü var: Bir yanda kınama metinleri, diğer yanda suskunluk ve sabote. 2019’da Birleşmiş Milletler’de 22–23 ülke, Çin’in politikalarını kınayan ortak beyanlarla çıktı; aynı günlerde 50’ye yakın ülke de Pekin’in resmi anlatısını öven karşı mektuplar yayımladı—gerçeğin pazara çıkarıldığı utanç günleri. (GOV.UK) 2022’de İnsan Hakları Konseyi, OHCHR’nin ağır raporuna rağmen bölgede özel bir müzakere/debate açılmasını 19’a 17 oyla reddetti; siyasî nüfuz, adalet terazisini dövdü. (Axios) 2023’te ise 51 ülke, “insanlığa karşı suçlar” ifadesini sahiplenerek yeni bir ortak beyan yayımladı; dosya kapanmadı, ama adalet hâlâ koridorda bekliyor. (Human Rights Watch)
Peki UNICEF, BM ajansları, “çocuk hakları” kürsülerinin dev isimleri? Kurumsal dilden akan su hep aynı: çocuk refahı, kalkınma, kapsayıcılık. Fakat Xinjiang söz konusu olduğunda çoğu metin, ya hiç bakmıyor ya da kıyısından geçiyor. Diplomatik denge uğruna hakikatin ağırlığı hafifletiliyor. Evet: Sessizlik politiktir; mağdurun aleyhine çalışır. OHCHR raporu gibi cesur metinler çıktığında bile, Konsey oylamasıyla kapı yüzüne kapanabiliyor. Bu, uluslararası düzenin ahlaki açığıdır. (BM İnsan Hakları Ofisi)
Dua’sız Akşam, Oyun’suz Teneffüs: Uygur Soykırımında Çocuk Ritminin Boğulması
Pekin’in cephesi ise ezber: “Terörle mücadele, yoksulluğu azaltma, mesleki eğitim.” Üstüne bir de koreografik turlar—kameraya el sallayan çocuklar, tek ses marş, tek renk üniforma. Fakat bu görüntü tiyatrosu, akşam olduğunda “annemi istiyorum” diye ağlayan çocuğun odasına girmiyor. Propaganda, derin uyku vermez; yalnızca kısa bir sersemletme sağlar. Zaten, kamp/yurt düzenini “boarding school” diye pazarlayan Çinli yetkililerin dil oyunu da bunu kanıtlıyor: Dilsel makyaj, yapısal şiddeti saklayamaz. (TIME)

Ne yapılmalı?
— Belgeler ve Deliller: HRW, CECC, bağımsız araştırmacılar ve OHCHR’nin çalışmalarını multi-source biçimde birleştirmek; özellikle çocuk-ayrıştırma ve ana dil yasaklarına ilişkin resmi yönerge ve bütçe kalemlerini dijital arşivlemek. (Human Rights Watch)
— Hukuki Hat: “İnsanlığa karşı suçlar” eşiğini geçen politikalar, evrensel yargı ve Magnitsky tipi yaptırımlar [14]için temel sağlar. Bu hat, sembolik değil gerçek baskı üretir; vize yasakları, malvarlığı dondurma, tedarik zincirinde zorla çalıştırma bağlantılı ithalat kısıtları gibi araçlarla ekonomik maliyet yükseltilir. (HRW’nin 2021 raporu çerçeve sunuyor.) (Human Rights Watch)
— Tedarik Şeffaflığı: Okul-yurt inşaatı, gözetim teknolojileri, “bilingual” içerik tedarikçileri… Hepsi şirket isimlerine iner. Sivil toplum, yatırım fonları ve tüketici baskısıyla ayrışma (divestment) kampanyaları yürütmeli. “Çocuk gözyaşı kârı”nın piyasa değeri sıfır olmalı.
— Diaspora ve Hafıza Adaleti: Sürgündeki ailelerin çocuk buluşturma davaları için pro bono ağları,[15] tanıklık arşivleri, dil okulları ve psikososyal destek programları. Bu alan, yalnız merhamet değil politik stratejidir: Kökleri diri tutmak, asimilasyonun en zayıf halkasını hedefler.
— Heterobilim Yorumu: Bu çağda hakikatin düşmanı yalnız yalan değil, dikkat ekonomisi. Dosyayı bir gün görünür kılıp bir yıl unutturan medya ritmi, suça oksijen veriyor. O yüzden ritmimizi değiştireceğiz: Süreklilik etiği. “Trend” değil, takip. “Story” değil, arşiv. “Gün sonu öfke” değil, kurumsal sabır. Çin devletinin ağır sanayi tipi propaganda bandına, ince işçilikli hakikat hafızasıyla cevap verilecek.
Ve evet, açık konuşayım: Pekin’in “medenileştirme” iddiası, kolonyal kibirin 21. yüzyıl versiyonu. “İyi hayat”ı tek dilli, tek kültürlü, tek ritüelli bir şablona eşitleyen bu zihniyet, medeniyet değil standartizasyon üretir. Standart insan, insan değildir; çünkü insan çeşitlilikte nefes alır. Çocukların nefesini kesen her devlet, tarih tarafından çocuk düşmanı diye anılacaktır.

Hafızanın Kapanış Mührü
Şimdi soruyu çıplak soralım ve gözümüzü kaçırmayalım: “Bir halkın çocukları zorla annesiz, dilsiz, köksüz bırakılırken, biz hangi insan haklarından söz edeceğiz?” Cevap propaganda değil, diplomatik cilâ hiç değil; cevabın adı hiçbir şey. Çünkü hak, zincirin en zayıf halkası kadardır ve Doğu Türkistan’da o halka çocuktur: ninnisi susturulmuş, dili kesilmiş, annesi devlet-anneye teminat olarak rehin verilmiş çocuk. Çin devleti buna “eğitim” diyor; biz adını doğru koyalım: biyososyal kolonizasyon—kışla gibi okul, fabrika gibi yurt, keser gibi müfredat. Bu dünyada “terörle mücadele” maskesiyle çocukların ağzından “anne” kelimesini alıp yerine zorla “öğretmen-anne”yi yazan her rejim, insanlığın omurgasını kırar. Heterobilim’in terazisinde hüküm nettir: Bu düzen, silahsız ama sistematik bir soykırım mimarisidir; mermi atmaz, hafızayı vurur.
Bu bir çağrı değil, yemin: Kökleri koruyacağız. Ana dili bir güven limanı olarak geri kuracağız; evin kokusunu, ninninin notasını, duaların ritmini, oyunların dilini geri vereceğiz. Dil okulları kuracağız (sürgünde, çevrimiçi, mahallede), tanıklıkları toplayacağız (isimleri, tarihleri, mekânları, koordinatları, saatiyle), hukuku işletip tedarik zincirlerini kurutacağız (zorla çalıştırma ve gözetim teknolojilerine “uyum dışı” damgası vuracağız). “Devlet-anne” yalanına karşı gerçek annenin kokusunu savunacağız; “Mandarin-only” doktrinine karşı çokdilli hafıza koridorları açacağız; propaganda koreografisine karşı serbest oyunu, serbest sözü, serbest nefesi büyüteceğiz. Filozof Kirpi burada—polemik çıtasını kırıp atıyor: “Tank gürültülüdür; Mandarin-only sessiz tanktır—kelimeyi budar, hafızayı traşlar, yarını dilsiz bırakır.” Heterobilim burada—teoriyle pratik birbirine kilitleniyor: “Beden–dil–hafıza üçlemesini kurtarmadan hiçbir kalkınma, kalkınma değildir.” “Korku, arşivle söner; fail, izinde boğulur.”
Yöntem sert, adım adım ve kurumsal olacak: (i) Pro bono ağları kurup büyütüyoruz—hukukçular, psikologlar, OSINT uzmanları, [16] çevirmenler, arşivciler, dijital güvenlikçiler aynı masada. (ii) Magnitsky tipi yaptırımlar için fail listelerini delilleriyle çıkarıyoruz—komuta zincirinin her basamağı, tedarikçiler, paravan şirketler, finans kanalları; “dokunulmazım” diyen devlet kibri, dokunulabilirlik pasaportu ile tanışacak. (iii) UFLPA [17] ve ithalat kontrolleri hattında, zorla çalıştırma izi taşıyan her ürünü raflardan indirtiyoruz; bankalara, sigortacılara, limanlara uyum zorunluluğunu hatırlatıyoruz. (iv) Tanıklık arşivi kuruyoruz—anonimleştirme, zincirleme teyit, çapraz doğrulama; “duydum” değil, “gördüm–kayda geçirdim–zamanladım.” (v) Dil–oyun–ritüel üçlüsünü çoğaltıyoruz—çocuk için güvenli alan, travma bilgili destek, ana dilde eğitim materyali, şarkı, masal, bellek defteri.
Domuz Eti Tepsisi, Kimlik Eziyeti: Uygur Soykırımında Çocuk Sofrasının Zorbalığı
Siyasî dilin cilası kalktığında tablo vahşi: itaatkâr bedenler üretmek için gün dakikaya bölünüyor (bayrak töreni, slogan, sıra düzeni), habitus yeniden dökülüyor (domuz etinin “norm”laştırılması, “örnek öğrenci” puan cetvelleri, yüz tanıma kapıları), bağlanma bozuluyor (koşullu şefkat, “sevilmek için ben olmamalıyım” yanılgısı), dissosiyasyon yayılıyor (boş bakış, seçici mutizm, rüya gibi hatırlanan anne). Bu, yalnız pedagojik bir hata değil; ahlâkî bir suçtur. Ve dünyanın suskunluğu bu suça ortaklıktır. Kınama metni yazıp oylamada geri duran her ülke, her kurum, her marka, her fon—bilin ki adınız çocuk gözyaşının muhasebe defterine yazılıyor. Heterobilim’in defteri adil değildir; muhasebecidir: kim, ne zaman, nerede, hangi kararla, kimi susturdu—tek tek kaydeder.
Filozof Kirpi’nin sözü burada keskinleşsin: “Çocuk ağlamasını duymayan kulak, en gürültülü tanktan da sağırdır.” Çin devleti bu sağırlıkla övünebilir; biz ise duyarak güçleneceğiz—çünkü duymak, direnişin ilk fiilidir; kayda geçirmek ikinci; hesap sormak üçüncü. Ve evet, biz romantik değiliz: Şiiri arşivle, öfkeyi hukukla, acıyı dayanışmayla örgütlüyoruz. Yenilmez sandığınız gözetim mimarisi, çocuk ninnisinin frekansında çatlar; çünkü ninni, yalnız bir melodi değil—hafızanın şifresidir. O şifreyi geri verince, çocuk kendi adını tekrar söylemeye başlar; ve dünya, işte o anda, kendine insan deme hakkını geri kazanır.

BİBLİYOGRAFYA[18]
[1] Biyopolitika, modern iktidarın “yaşamı yönetme sanatı”dır: devleti yalnızca yasak koyan değil, nüfusun doğum-ölüm oranlarını, sağlığı, eğitimi, hareketliliği, dili ve gündelik alışkanlıklarını ince ayarla düzenleyen bir makineye çevirir (Foucault’nun “yaşatmak ve ölüme terk etmek” ayrımı). Doğu Türkistan pratiğinde bu; çocukların ailelerinden koparılarak zorunlu yatılılaştırılması, okul ve yurtta Mandarin-only rejimiyle ana dilin silinmesi, dini pratiklerin kriminalize edilmesi, sadakat ritüelleri (marşlar, bayrak törenleri), yüz tanıma/DNA dâhil yoğun gözetim, yer değiştirme ve vesayetin idari işlemlerle sınırlandırılması ve tümünün “eğitim/terörle mücadele” söylemiyle meşrulaştırılması olarak çalışır. Sonuç: bedenler disipline edilir, hafıza yeniden yazılır, çocuk “sevilmek için ben olmamalıyım” noktasına itilerek itaatkâr ama köksüz bir özneye dönüştürülür. Biyopolitika burada yer yer thanatopolitik eşiğe taşar: dilinden, annesinden, inancından koparılan çocuğun “yaşamaya değer hayat” statüsü fiilen aşağı çekilir—tam da bu yüzden mesele güvenlik değil, kimlik imhasıdır.
[3] Arendt’in ölçüleriyle bakınca Çin’in Doğu Türkistan politikası, sıradan bir “sert yönetim” değil, total egemenlik teşebbüsüdür: kapsayıcı ideoloji (“güvenlik/kalkınma” dogması) ve terör aygıtı (kamp-yurt kompleksi, keyfi idare) kitleleri atomize eder; aile, dil, din gibi ara yapılar tasfiye edilir; hukuk, ideolojinin ritmine uydurulan esnek bir araç hâline gelir; propaganda önce yalana, sonra gerçeğin yerine geçer; amaç itaat değil, “yeni insan” üretmektir. Doğrudan somutlar: OHCHR’ın 31 Ağustos 2022 raporu, Xinjiang’daki ağır ihlallerin insanlığa karşı suç eşiğine vardığını kayda geçirdi; bu, Arendt’in kamp/terör çekirdeğiyle bire bir örtüşür. BM “OHCHR Assessment of human rights concerns in the Xinjiang Uyghur Autonomous Region, People’s Republic of China” HRW ve diğer bağımsız çalışmalar, çocukların ailelerinden koparılarak “çocuk refahı kurumları” ve yatılı okullara yığılmasını; buralarda Mandarin-only rejimi, ideolojik ritüeller ve gözetim altında sınırlı aile temasını belgeledi—Arendt’in “ara kurumların eritilmesi” dediği tam da budur. (HUMAN RIGHTS WATCH—China: Xinjiang Children Separated from Families) Aynı hat üzerinde dijital gizli-polis (IJOP, yüz tanıma, kitlesel veri toplama) gündelik yaşamı disipline eden bir total gözetim ağına dönüşerek “hareket hâlindeki rejim”i ayakta tutuyor. Human Rights Watch+2Human Rights Watch Üstelik 6 Ekim 2022’de BM İnsan Hakları Konseyi’nin rapor üstüne tartışma açmayı bile 19’a 17 oyla reddetmesi, total projeye dış meşruiyet oksijeni taşıdı—Arendt’in “dünya kayıtsız kaldığında kötülük sıradanlaşır” uyarısı burada alarm verir. BM İnsan Hakları Ofisi+2webtv.un.org Filozof Kirpi’nin sözü net: “Bu düzen, tankla değil, ninniyle yakıyor; anne kokusunu devlet naftalinine boğuyor—adı eğitim, kendisi soykırımın modern diyalektiği.”
[4] Judith Herman’a göre kompleks travma, tek seferlik şoktan değil, kişinin kaçamadığı, failin sürekli denetimi altında sürdürülen uzun süreli ve yinelenen zorlama/mahkûmiyet deneyimlerinden doğar; sonuçta duygu düzenleme bozuklukları, dissosiyasyon(kaçışı imkânsız, uzun süreli tehdide karşı zihnin “sigortayı atırıp” bilinci bölerek acıyı yönetme stratejisidir), benlik değersizleşmesi, ilişkilerde güvensizlik, bedenselleşen ağrılar ve anlam sisteminde çökme görülür; iyileşme ise güvenliğin yeniden tesisi, hatırlama–yas ve yeniden bağlanma evreleriyle mümkün olur. Doğu Türkistan bağlamında bu model bire bir çalışıyor: çocukların ebeveynlerden sistematik koparılarak devlet “çocuk refah kurumları”na ve yatılı okul/yurt ağlarına yığılması (aile temasının kısıtlanması, Mandarin-only rejimi, propaganda ritüelleri) süreğen ve kaçışı imkânsız bir kurumsal mahkûmiyet üretiyor; bu düzenin belgeleri HRW’nin 2018–2019 raporlarında ayrıntılı, sahadan aktarımlarla kayıtlı. — 31 Ağustos 2022 tarihli değerlendirmesi de ciddi ve sistematik ihlallerin “insanlığa karşı suçlar” eşiğine vardığını, bunun içinde aile ayrılıkları ve korku ikliminin merkezî rol oynadığını vurguladı. [BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği] Üstüne, IJOP gibi kitle gözetim platformlarıyla sürekli izleme, yüz tanıma ve keyfî risk puanlama, travmayı gündelik hayata yayarak çocuğun “benliğini güvende hissetme” zeminini kalıcı biçimde yıkıyor—tam da Herman’ın tarif ettiği uzatılmış, kurumlaşmış travma rejimi.
[5] Dissosiyasyon, kaçışı imkânsız, uzun süreli tehdide karşı zihnin “sigortayı atırıp” bilinci bölerek acıyı yönetme stratejisidir: dikkat, bellek, duygu ve beden algısı birbirinden ayrışır; kişi depersonalizasyon (kendini dışarıdan izliyormuş gibi) ve derealizasyon (dünya film setiymiş gibi) yaşar, travmatik anlara dair disosiyatif amnezi oluşabilir, “otomatik pilot”ta itaat ederken duyguları donuklaşır. Judith Herman’ın çerçevesinde bu, kompleks travmanın çekirdek belirtisidir: süreğen zorlama altında (gözetim, ceza tehdidi, aşağılanma) zihin bir “hayatta kalma modu”na geçer; kısa vadede koruyucu, uzun vadede kimlik bütünlüğünü aşındırıcıdır. Doğu Türkistan bağlamında dissosiyasyon; yatılılaştırılmış, ana dilinden ve annesinden koparılmış çocukta “robotik uyum” ile ani öfke patlamalarının art arda gelmesi, Mandarin-only ortamda anadilini “unutma” değil kilitleme (seçici mutizm), geceleri alt ıslatma/bedensel ağrılar, gün içinde boş bakışlarla “yokluk” anları, ders sırasında olup biteni sonra hatırlayamama, ibadet ve aile hatıralarını “rüya gibi” anlatma şeklinde somutlaşır. Bu tablo, çocuğun “sevilmek için ben olmamalıyım” yanılgısını pekiştirir; iyileşme için güvenli temas, dil-kültürle yeniden bağ ve parça parça yeniden bütünleşme şarttır.
[6] İtaatkâr bedenler (Foucault) bedenin yararlılığını artırırken öznenin direncini düşüren mikro-iktidar tekniğidir: zamanı milimetreleyen zaman-çizelgeleri, mekânı hücrelere bölen dizilişler, tekrarla biçim veren alıştırmalar, sürekli bakış (hiyerarşik gözetim), sapmayı cezalandıran normalleştirici yargı ve hepsini ölçüp kayda geçiren imtihan üçlüsü (gözetim–yargı–imtihan) birleşir; sonuç, “docility–utility” (itaatkârlık–yararlılık) çiftidir. Doğu Türkistan pratiğinde bu şema çıplak: yatılılaştırılan çocukların günleri dakikaya bölünür (bayrak töreni, toplu slogan, askeri düzen), sınıflar Mandarin-only rejimiyle tek sesli hale getirilir, oturma planı ve davranış puanı listeleriyle herkes izlenir; yüz tanıma/kimlik tarama eşliğinde giriş-çıkışlar ölçülür, “uygunluk” rozetleriyle ödül-ceza spiraline sokulurlar; hafta içi görüşme kotaları ve “örnek öğrenci” standartları ise normalin çıtasını devletin keyfine bağlar. Beden böylece alışkanlık makinesine dönüştürülür: aynı anda hem “daha verimli” (Çince konuşan, komut alan) hem de “daha uysal” (itiraz refleksleri söndürülmüş). Heterobilimce hüküm net: burada okul, yalnız okul değildir; kışla-fabrika-hapishane diyagramının çocuk ölçeğindeki kopyasıdır—itaatkâr beden, köksüz zihin için kalıp döker.
[7] OHCHR (BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği), Birleşmiş Milletler’in dünyadaki hak ihlallerini izleyen, belgeleyen ve devletlere bağlayıcı olmayan ama normatif ağırlığı yüksek tavsiyeler sunan çekirdek kurumudur (özel raportör ağını koordine eder, UPR süreçlerini destekler, acil çağrı mektupları gönderir, saha doğrulamaları ve tematik raporlar üretir; yaptırım uygulayamaz, fakat kanıt ve çerçeve sağlar). Doğu Türkistan bağlamında OHCHR’nin 31 Ağustos 2022 tarihli değerlendirmesi, bölgede keyfî alıkoyma, korku iklimi, ayrımcı politikalar ve ailelerin parçalanması dâhil ağır ihlallerin “insanlığa karşı suçlar” eşiğine vardığını kayda geçirdi (özellikle çocukların ailelerinden koparılarak yatılı ağlara yığılması, ana dilin tasfiyesi ve kültürel imha riskine dikkat çekti); çözüm için derhâl serbest bırakma, aile temasının tesis edilmesi, zorla asimilasyon uygulamalarının sonlandırılması, bağımsız izleme ve etkilenenlere tazmin/rehabilitasyon çağrısı yaptı. Sınırlılığı açıktır: OHCHR mahkeme değildir, zorlayıcı gücü yoktur; ama sahte resmî anlatıları delmek için standart, kanıt, tarih üçlemesini masaya koyar—ve bu üçlü, çocuklara karşı işlenen politikaları “yan etki” değil, sistematik suistimal olarak tesciller.
[8] Heterobilim yorumu: biyososyal kolonizasyon, sınır çizip bayrak dikmekten ibaret değil; biyoloji + toplum katmanlarını aynı anda işgal eden, çocuğun bedeninden diline, annesinden oyuna, hatırasından hayaline kadar bütün ekosistemi kolonize eden rejim tipidir. Mekanizma nettir: (1) Aileyi parçala (devlet-anne), (2) dili kes (Mandarin-only), (3) ritüeli değiştir (bayrak, marş, sadakat ayini), (4) gözetimi içselleştir (yüz tanıma, puanlama), (5) ekonomik bağımlılık yarat (yurt-iş hattı), (6) hukuku idareye indir (keyfî vesayet). Sonuçta Foucault’nun itaatkâr bedenleri, Arendt’in atomize kitleleri ve Herman’ın kompleks travması tek tabloda birleşir: köksüz ama kullanışlı bir insan tipi. Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı, tam da bu endüstriyel ölçekli iç işgaldir; okul kışlaya, yurt fabrikaya, müfredat mühendisliğe dönüşür. Panzehir de aynı ölçekte düşünülmeli: hafıza-dil-aile üçlemesini yeniden kuran “karşı-kolonizasyon”—tanıklık arşivi, ana-dil ağları, diaspora dayanışması, evrensel yargı ve tedarik zinciri baskısıyla kökleri geri ekme siyaseti.
[9] Bowlby–Ainsworth’in bağlanma kuramı, bebeğin ilk bakım verenle kurduğu duygusal bağın hayat boyu güvenlik duygusunu, stres düzenlemesini ve ilişki biçimlerini belirlediğini söyler: güvenli bağlanma (yakınlık + keşif dengesi) sağlıklı zemin; güvensiz-kaçıngan (yakınlıktan kaçış), güvensiz-kararsız/dirençli (ayrılıkta panik, dönüşte öfke) ve daha sonra eklenen dağınık/düzensiz örüntü (korkunun kaynağıyla teselli arama paradoksu) riskli zeminlerdir. Doğu Türkistan’daki devlet-anne modeli, zorunlu yatılılaştırma ve Mandarin-only rejimi, çocuğun biyolojik ebeveyniyle güvenli ritmini kesip yerine koşullu bakım (itaat edersen “sevgi”) koyarak tam da dağınık bağlanmayı körükler: çocuk aynı anda hem yakınlık arar hem korkar, “robotik uyum” ile ani öfke patlamaları arasında savrulur; bedeni uykusuzluk–somatik ağrılarla alarm çalar, zihni dissosiyasyonla boşluklar açar, kimliği “sevilmek için ben olmamalıyım” yanılgısına kayar. Heterobilim açısından bu, biyososyal kolonizasyonun duygusal çekirdeğidir: aileyi dağıt, bağlanmayı boz, itaat üret. Panzehir de kuramsal olarak nettir: güvenli figürün sürekliliği (ebeveynle yeniden buluşturma/istikrarlı birincil bakım veren), tahmin edilebilir şefkat ritimleri, ana dil ve kültürel ritüelle yeniden bağ ve oyun temelli, travma bilgili müdahaleler—yani çocuğun dünyasını tekrar güvenli ve tanıdık kılmak.
[10] İç yurt derken (Arendt bu tam ifadeyi kullanmasa da kavrayışı budur) kast edilen, totalitarizmin kamusal/özel ayrımını eritip evin içini de rejimin çalışma alanına çevirmesidir: aile, dil, ritüel, çocuk bakımı—hepsi devletin ideolojik ve idari gözetimine bağlanır; böylece insan, yalnız sokağa çıktığında değil, kendi odasında da “hareketin” kurallarına uyar. Doğu Türkistan bağlamında bu, anne-babayı yasal idari işlemlerle devre dışı bırakıp çocuğu yatılılaştıran düzen; evde konuşulan ana dili okulda geçersiz kılan müfredat; “öğretmen-anne” gibi ikamesel ebeveynlik kurgularıyla duygusal bağın devletle yeniden bağlanması; gözetimin (puanlama, ritüel yoklama, sadakat pratikleri) aile rutinine sızması olarak somutlaşır. Sonuç: ev, artık “benim yerim” değil, rejimin şubesidir; çocuk, “sevilmek için ben olmamalıyım” yanılgısıyla kimliğini kısmaya başlar; anne-baba, çocuğuyla kurduğu güvenli ritmi kaybeder. Filozof Kirpi’nin lafı net: “İç yurt kuran devlet, yuvayı kışlaya çevirir; kışlada sevgi değil, itaat büyür.”
[11] “İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW)”, 1978’de “Helsinki Watch” olarak kurulan, dünya çapında hak ihlallerini araştırıp belgeleyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşudur. Doğu Türkistan/Xinjiang konusunda HRW; 2018’de “İdeolojik Virüsleri Yok Etmek” raporuyla kitlesel keyfî gözaltı, işkence ve günlük yaşamın total kontrolünü ayrıntılarıyla ortaya koydu; 2019’da “China’s Algorithms of Repression” ile polis uygulaması/IJOP üzerinden kitlesel gözetimi teknik olarak çözdü; 2021’de “Break Their Lineage, Break Their Roots” raporuyla Uygur ve diğer Türkî Müslümanlara karşı insanlığa karşı suçlar işlendiği sonucuna vardı. HRW ayrıca haber/analizleriyle “büyük veri” temelli öngörü polisliğini ve keyfî gözaltı listelerini ifşa etti; bulgular uluslararası politika ve yaptırım çağrılarına dayanak oldu.
[12] Pierre Bourdieu’nun habitus kavramı kişinin “içine yerleşmiş toplumsal programı”dır: çocukluktan itibaren tekrarlarla bedene, dile, zevke, reflekslere yazılan; neyi doğal sayacağımızı, nasıl yürüyeceğimizi, hangi tonda konuşacağımızı, neyi seçeceğimizi ön-seçen kalıcı eğilimler dizisi. Alan (field), sermayeler (kültürel-sosyal-sembolik) ve sembolik şiddet yoluyla işler; “doxa” (tartışmasız doğru) ve “illusio” (oyunun cazibesi) ile meşrulaşır. Doğu Türkistan’da devletin hedefi tam da bu: habitusun zorla yeniden dökümü. Zorunlu yatılılaştırma + Mandarin-only müfredat + bayrak törenleri, marşlar, üniforma, sıra düzeni; yemekhanede domuz eti normu, “örnek öğrenci” puan cetvelleri, yüz tanıma kapıları, “uygunluk” rozetleri… Hepsi, çocuğun bedensel tekniklerini (duruş, bakış, ses), tat zevkini (ne yenir/yenmez), dil refleksini (hangi kelime “doğru”) ve ahlak takvimini (ne zaman, kime, nasıl itaat) tek tipliyor; eski habitus ile yeni alan arasındaki uyumsuzlukta histerezis (gecikmeli uyum/yarılma) üretiyor. Sonuç: “kök”ten değil “koşul”dan beslenen, itaatkâr-yararlı bir habitus. Heterobilim yorumu: Bu, beden-ruh yazılımının idari güncellemesidir; pedagojik değil kolonyaldir—çözüm, aile-dil-ritüel üçlüsünü yeniden kurup çocuğun kendi doxa’sını geri inşa etmektir.
[13] Mandarin-only, Doğu Türkistan’da okul–yurt–sokak üçgenine yayılan ve Mandarin’i tek meşru dil ilan ederek Uygurca/Kazakça/Kırgızca’yı gündeliğin tüm hücrelerinden silen bir disiplin rejimidir; ders saatinden teneffüse, yatakhane fısıltısından gözetimli aile görüntülü görüşmelerine kadar her alan, ödül–ceza puanları (koridorda “yanlış dil” = eksi puan), “dil nöbetçileri”, yüz tanıma/mikrofonlu kameralar ve “örnek öğrenci” rozetleriyle bastırılır; yemekhanelerde domuz eti “normal” kılınırken helal pratikler patolojikleştirilir; afişler ve duyurular yalnız Çince asılır, çocuk adlarının “Çinlileştirilmesi” teşvik edilir (gündelik ritimlerin tamamı dil üzerinden yeniden döşenir). Bu, iki dilliliği zenginleştiren değil, ana dili eksilten (subtractive) bir mühendisliktir: Bourdieu açısından habitusu yeniden döker (bedensel-dilsel refleksler, tat zevki, “doğal” sayılan ses ve jest tek tipleşir); Foucault ölçeğinde “itaatkâr bedenler” üretir (zaman çizelgesi + gözetim + imtihan üçgeni, docility–utility kalıbını basar); Bowlby–Ainsworth için ana dilin “güvenli bağ” limanı kırılır (koşullu şefkat = dağınık bağlanma); Herman’ın kompleks travmasında dissosiyasyon, seçici mutizm ve kimlik aşınması tetiklenir (çocuk “sevilmek için ben olmamalıyım” yanılgısına itilir); Arendt ölçeğinde ise aile–dil–din gibi ara yapılar eritilerek birey atomize edilir (propaganda “gerçeğin yerine” geçer). Sonuç yalın: biyososyal kolonizasyon—müfredat kışlaya, yurt fabrikaya, dil kesere dönüşür; Filozof Kirpi’nin deyimiyle: “Tank gürültülüdür; Mandarin-only sessiz tanktır—kelimeyi budar, hafızayı traşlar, yarını dilsiz bırakır.
[14] Magnitsky tipi yaptırım, ülke-geneli ambargo yerine fail odaklı (hedef: belirli kişi/kurum) bir insan hakları–yolsuzluk yaptırım mimarisidir; mekanizma basit ama keskindir: (i) hukukî dayanak (ör. ABD Global Magnitsky Yasası + E.O. 13818; BK 2020 Global Human Rights Yönetmeliği; AB 2020 küresel rejimi; Kanada “Sergei Magnitsky” Yasası) belirli ağır ihlalleri (işkence, zorla kaybetme, köleleştirme, keyfî gözaltı, sistematik ayrımcılık) ve/veya ciddi yolsuzluğu “yaptırım suçu” sayar; (ii) yürütme organı, makul güvenilir delil (açık kaynak + sivil izleme + tanıklık + finansal iz) eşliğinde şüpheli kişileri (siyasi–bürokratik–güvenlik hiyerarşisi) ve kolaylaştırıcı kurumları (paravan şirket, tedarikçi, finans aracı) listeye alır; (iii) sonuçlar: malvarlığının dondurulması (yaptırım alanında bulunan/iştirak eden her varlık), vize yasağı/seyahat kısıtı, işlem yasağı (yerleşik kişi/kurumların listedekilerle finansal–ticari ilişki kurması yasak), bankacılıkta KYC/uyum zorunlulukları ve “ikincil maruziyet” riski (dolaylı temasın da cezalandırılması); (iv) itiraz/inceleme prosedürü (due process) ve periyodik gözden geçirme (listeden çıkarma ihtimali) çerçeveyi dengeler. Doğu Türkistan bağlamında Magnitsky hattı, “biyososyal kolonizasyon” zincirindeki insan hakları faillerini tek tek hedefleyerek maliyet fonksiyonunu değiştirir: (a) komuta sorumluluğu ilkesiyle kamp/yurt–gözetim–zorla çalıştırma ekosistemini yöneten sivil-asker yetkililer, (b) enabler statüsündeki teknoloji sağlayıcıları (yüz tanıma, veri puanlama), inşaat–lojistik yüklenicileri ve tedarik zinciri ortakları, (c) finansal ağdaki paravanlar—hepsi bireysel olarak dondurma/erişim yasağına tabi kılınabilir; bu, hem caydırıcılık üretir hem de diaspora–STK–araştırmacı üçlüsüne somut bir yol haritası verir (kanıt dosyası: fail profili + olay kronolojisi + mağdur tanıklığı + kurum bağlantıları + para/ürün izi; “command chain” ve “beneficial ownership” şemaları; UFLPA/ithalat yasakları ve ihracat kontrolleriyle senkron baskı); kaçınma taktikleri (varlık kaçırma, sahiplik gizleme, üçüncü ülke üzerinden işlem) için fayda-maliyet hızla bozulur, çünkü küresel bankacılık–sigorta–lojistik ağları uyum gereği listeyi zincirleme uygular. Kısa söz: genel ambargonun masumlara verdiği bedel yerine failin cebini, pasaportunu ve itibari ağını hedefleyen bir cerrahi; Filozof Kirpi’nin sözlüğünde: “Devletin kibri ‘dokunulmazım’ der; Magnitsky, dokunulabilirliğin küresel mührüdür.”
[15] Pro bono ağları, ücret beklentisi olmadan çalışan uzman dayanışmasıdır—hak savunusunu “tek avukatın sırtından” çıkarıp çok-disiplinli bir kuvvet çarpanına dönüştürür; hukuk (evrensel yargı/Magnitsky dosyaları, sığınma dilekçeleri, delil zinciri kurulumu), psikoloji (travma bilgili görüşme, güvenli yönlendirme), OSINT–dijital adli tıp (uydu, metaveri, zincirleme teyit), çeviri–redaksiyon (yeminli beyanlar), arşivcilik (tanıklık depoları, anonimleştirme–redaksiyon), dijital güvenlik (tehdit modelleme, şifreleme), medya–savunuculuk (gölge raporlar, tedarik zinciri şikâyetleri) aynı masaya oturur; vaka kabulü triyaj ile yapılır (öncelik: çocuklar–aile birleşimi), çatışma kontrolü–gizlilik ve zararı en aza indirme ilkeleri esastır; finansmanı büyük hukuk bürolarının pro bono kotası, üniversite klinikleri ve diaspora yardımıyla yürür; başarı ölçütleri somuttur—dondurulan varlıklar, verilen koruma tedbirleri, kaldırılan kırmızı bültenler, sağlanan aile buluşturmaları. Doğu Türkistan bağlamında pro bono ağları, “biyososyal kolonizasyon”a maruz kalan çocuk ve aileler için vesayet–velayet iadesi, güvenli ülke tahliyesi, Magnitsky hedef listelerinin delillendirilmesi, UFLPA/ithalat ve ihracat kontrol şikâyetleri, BM sözleşme organlarına gölge raporlar, Interpol kötüye kullanımına itiraz dosyaları üretir; risk (misilleme, hukukî taciz) bölümlendirme ve veri güvenliği ile azaltılır; kısacası: “bedelsiz emek” değil, bedeli failin cebine yazan profesyonel bir mekanizma—Filozof Kirpi’nin defterinde: “İyilik romantizm değildir; iyi örgütlenmiş bir yaptırım mimarisidir.”
[16] OSINT uzmanları, herkese açık kaynaklardan (uydu görüntüsü, resmi ihale ve bütçe kayıtları, şirket sicilleri, sosyal medya, yerel haber/ilan panoları, akademik/veri tabanları, Wayback/arsivler) kanıt üretme işini disiplinli yapan analistlerdir; yöntem setleri jeolokasyon (uydu/harita-kadastro eşleştirmesi, mimari-siluet, yol izi, topoğrafya; gerekirse SAR/gece ışıkları), kronolokasyon (gölge uzunluğu, hava durumu, bitki örtüsü evresi, inşaat safhaları), medya adliyesi (EXIF/metadata, zincirleme ters görsel arama, hata seviyesi analizi, deepfake göstergeleri), ağ analizi (şirket–vakıf–paravan bağlantıları, faydalanıcı sahiplik; tedarik zinciri izleri), OSINT+HUMINT birleştirmesi (tanıklıkla uydu/evrak eşleştirme), çoklu doğrulama (en az iki bağımsız kaynakla çapraz teyit) ve zincir-of-custody (delil bütünlüğü; hash, zaman damgası, sürüm arşivi) üzerine kurulur; güvenlik-etik tarafı zararı en aza indirme (mağdur kimliklerinin gizlenmesi, yüz/konum maskeleme, tehdit modelleme; güvenli iletişim–OPSEC) ilkeleriyle yürür. Doğu Türkistan bağlamında OSINT, “yatılı okul/kamp” komplekslerinin koordinatlarını çıkarır, yeni blokların yapımını zaman serisiyle gösterir (şantiye faaliyeti, duvar/izolasyon hatları, bağlantı yolları), okul–yurt–fabrika üçgenindeki zorla çalıştırma hatlarını ihale/bütçe kalemleri–uydu–tanıklık üçlüsüyle birleştirir, “Mandarin-only” propagandayı ders saatleri/ritüel videoları–okul içi planlar üzerinden sınar, otobüs–ring hatları ve giriş bariyerleri/turnikelerle günlük rutin kurgusunu çizer; çıktı, Magnitsky tipi yaptırım dosyalarına komuta zinciri haritası, “enabler” tedarikçi listesi ve tarih–yer–fail üçlemesi olarak girer. Kısa hüküm (Filozof Kirpi): “OSINT, şayia değil; suça takılan koordinattır—fail kaçar, uydu bekler.”
[17] UFLPA (Uyghur Forced Labor Prevention Act), 21 Haziran 2022’den beri yürürlükte olan ABD federal yasasıdır ve “aksi açık ve ikna edici delille ispatlanmadıkça” (rebuttable presumption) Xinjiang’da ya da UFLPA Varlık Listesi’ndeki (FLETF/HS ile tutulan) kişi-kuruluşların tedarik zincirinde az ya da çok payı bulunan tüm malların zorla çalıştırma ürünü sayılarak CBP tarafından alıkonmasına/geri çevrilmesine/müsaderesine hükmeder (yani ispat yükü tamamen ithalatçıdadır; sıradan tedarikçi beyanı, “etik sertifika” ya da devlet gözetimli denetimler geçersiz sayılır). Pratikte ithalatçıdan uçtan uca izlenebilirlik istenir: ham maddeye kadar lot/hasat/eritme–döküm seviyesinde haritalama, fatura–irsaliye–konşimento zinciri, üretim günlükleri–makine vardiya kayıtları–elektrik/doğalgaz tüketim dökümleri, işçi bordroları–giriş-çıkış/log verileri, bağımsız (devletten arındırılmış) saha görüşmeleri, gerekiyorsa izotopik–lif DNA testleri ve alternatif tedarik kanıtı (aksi halde dosya “yetersiz kanıt” ile reddedilir). Öncelikli sektörler tarihsel olarak pamuk/tekstil, polisilikon/solar, domates/işlenmiş gıda idi; ancak tedarik zinciri analizi genişledikçe alüminyum–otomotiv bileşenleri, PVC–vinil, deniz ürünleri gibi yatay alanlarda da yüksek risk kabulü artmıştır (yani “Xinjiang’da değiliz” savunusu yetmez; “listeli” bir aracı ya da ham madde gölgesi tüm partiyi yakar). Doğu Türkistan bağlamında UFLPA, “biyososyal kolonizasyon” ekonomisinin dış satım oksijenini kesen hukuki makastır: OSINT + muhasebe izleri ile tedarik ağları düğümlenir, pro bono ekipler fail/kolaylaştırıcı haritalarını çıkarır, Magnitsky’yle kişi odaklı baskı senkronize edilir; sonuçta “etik makyaj” değil kanıta dayalı izlenebilirlik belirleyici olur—Filozof Kirpi’nin hükmü: “UFLPA, vicdanın romantizmi değil; failin kasasına kesilmiş teknik bir ödeme emridir.”
—
[18] — Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR), Xinjiang/Çin Halk Cumhuriyeti’nde İnsan Hakları Endişelerine İlişkin Değerlendirme (31 Ağustos 2022)
— Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Xinjiang Hakkında Özel Görüşme Açılması Oylaması (6 Ekim 2022)
— BM platformlarında Çin’in Xinjiang Politikalarına İlişkin Ortak Beyanlar (2019, 2021, 2023)
— Human Rights Watch, Break Their Lineage, Break Their Roots: China’s Crimes against Humanity Targeting Uyghurs and Other Turkic Muslims (2021)
— Human Rights Watch, China: Big Data Program Targets Xinjiang’s Muslims (IJOP) (2018)
— Human Rights Watch, “Eradicating Ideological Viruses” – China’s Campaign of Repression Against Xinjiang Uyghurs (2017)
— Amnesty International, “Like We Were Enemies in a War”: China’s Mass Internment, Torture and Persecution of Muslims in Xinjiang (2021)
— Amnesty International, Crisis Evidence Lab – Metodoloji Notları (çeşitli)
— CECC (Congressional-Executive Commission on China), Annual Reports on Human Rights and Rule of Law in China (2018–2024)
— USCIRF, Annual Report – International Religious Freedom: China/Xinjiang (yıllık)
— UHRP (Uyghur Human Rights Project), Boarding Schools, Family Separation and Assimilation Policies in East Turkistan (raporlar dizisi)
— ASPI (Australian Strategic Policy Institute), Xinjiang Data Project (sürekli güncellenen veri tabanı)
— ASPI, Uyghurs for Sale: “Re-education”, Forced Labour and Surveillance Beyond Xinjiang (2020)
— BuzzFeed News Investigations, Xinjiang Detention Infrastructure Series (Pulitzer’lı seri, 2020)
— Xinjiang Police Files (Victims of Communism Memorial Foundation) (2022)
— Adrian Zenz, Beyond the Camps: Beijing’s Long-Term Scheme of Coercive Labor, Poverty Alleviation and Social Control in Xinjiang (Journal of Political Risk, 2019)
— Adrian Zenz, Sterilizations, IUDs, and Mandatory Birth Control: The CCP’s Campaign to Suppress Uyghur Birthrates in Xinjiang (Journal of Political Risk, 2020)
— Shawn Zhang, Xinjiang Re-Education Camps – OSINT Haritalama Çalışmaları (2018–2019)
— Sheffield Hallam University (Helena Kennedy Centre), Laundering Cotton: How Xinjiang Cotton is Obscured in International Supply Chains (2022)
— Sheffield Hallam University, In Broad Daylight: Uyghur Forced Labour and Global Solar Supply Chains (2021)
— ICIJ, China Cables (2019)
— Bellingcat, OSINT Handbook & Case Studies (çeşitli)
— Forensic Architecture, Open-Source Investigations – Metodoloji Belgeleri (çeşitli)
— ABD Uyghur Forced Labor Prevention Act (UFLPA) (2021)
— U.S. Customs and Border Protection, UFLPA Operational Guidance for Importers (2022)
— ABD Global Magnitsky Human Rights Accountability Act (2016) ve Executive Order 13818 (2017)
— Birleşik Krallık, Global Human Rights Sanctions Regulations (2020)
— Avrupa Birliği, EU Global Human Rights Sanctions Regime – Council Decision (CFSP) 2020/1999 (2020)
— Kanada, Justice for Victims of Corrupt Foreign Officials Act (Sergei Magnitsky Law) (2017)
— ABD Dışişleri Bakanlığı, International Religious Freedom Reports – China/Xinjiang (yıllık)
— ILO, Zorla Çalıştırma Göstergeleri ve Sözleşme No.29/105 (referans seti)
— Xinjiang Victims Database (şahit/victim kayıtları)
— Çin Hükümeti Beyaz Kitapları, Vocational Education and Training in Xinjiang (2019); Employment and Labor Rights in Xinjiang (2020)
— UNICEF China, Country Programme Document 2021–2025 (program çerçevesi)
— Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of the Prison (1975)
— Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism (1951) ve Eichmann in Jerusalem (1963)
— Judith Herman, Trauma and Recovery (1992)
— John Bowlby, Attachment and Loss (1969–1980)
— Mary Ainsworth, Patterns of Attachment (1978)
— Pierre Bourdieu, Outline of a Theory of Practice (1972) ve Distinction (1979)