Bir İhanetin Gastronomisi: Soykırım Sofrasının Ankaralı Beslemeleri

Namaz kılmanın, oruç tutmanın, sakal bırakmanın “dini aşırıcılık” sayılıp toplama kampına gönderilme sebebi olduğu bir diyarda, ÇKP’nin “sosyalist değerlerle uyumlu, Çinlileştirilmiş İslam” projesinin bir parçası olan devlet memuru imamlardan aldığınız feyz, olsa olsa ideolojik bir körlüktür. Bu, bir inanç özgürlüğü değil, inancın nasıl hadım edildiğinin, bir dinin ruhunun nasıl esir alındığının en acı kanıtıdır

Mir Kamil Kaşgarlı

Haber Nida,  17-09-2025

Bir davetiye hayal edin. Mürekkebi kanla, kâğıdı toplama kamplarındaki çığlıklarla yoğrulmuş. Davet, Çin Komünist Partisi’nden (ÇKP). Uçak biletlerinden otel masraflarına, her şey beleş. Tek bir şart var: Vicdanınızı Pekin Havaalanı’nda vestiyere, meslek onurunuzu ve kırıntısı kalmışsa eleştirel aklınızı ise otel odasındaki komodinin üzerine bırakacaksınız. Bu davete koşa koşa icabet edenler ise Türkiye’den özenle seçilmiş, midesiyle beyni yer değiştirmiş, anti-emperyalizm gargarasıyla Çin lağımını temizlemeye gönüllü, sözde gazeteci, özde ise avantacı bir güruh.

Ama bu lezzet (!) yolculuğuna çıkmadan evvel, kendilerine rehberlik eden o büyük dümencinin, kurucu lider Mao Zedong’un mide bulandıran mirasını bir hatırlayalım. Zira servis edilecek menünün “otantikliği” ve hijyen anlayışı, tam da bu çürümüş kökten beslenmektedir.

Her ziyafet, sunulanların geldiği toprağın, yani “teruarının” ruhunu taşır. Bizim gönüllülerin katıldığı bu ziyafetin teruarı ise bizzat Mao’nun kişisel hijyen (!) felsefesiyle mayalanmıştır. Tarih, Mao’nun dişlerini fırçalamayı “kaplanlara yakışmaz” diyerek reddettiğini, ağzını sadece yeşil çayla çalkalayıp o posayı çiğneyerek geçiştirdiğini yazar (1). Banyo yapmayı Batılı bir fantezi sayıp, devrimci bedenini sadece sıcak bir havluyla silmeyi yeterli görürdü (2).

En iğrenç detay ise, özel doktoru Li Zhisui’nin anılarında gizlidir: Mao, cinsel organlarını “Ben kadınlarımın içinde yıkanırım” diyerek temizlemez, bu yüzden kaptığı zührevi hastalıkları etrafındaki kadınlara bir madalya gibi cömertçe dağıtırdı (1, 2). Hatta bir röportaj sırasında pantolonunun içine elini daldırıp bit ayıklayacak kadar rahattı. Bu, sadece kişisel bir pasaklılık hikayesi değildir. Bu, en tepeden en aşağıya kadar tüm sisteme sinmiş olan ahlaki ve fiziki pisliğin, kibrin ve çürümüşlüğün en çıplak özetidir. Ve işte bizim “anti-emperyalist” kalemşörlerimiz, tam da bu zihniyetin kurduğu o şatafatlı lağım çukuruna, bir an bile tereddüt etmeden, büyük bir iştiha ile balıklama atladılar.

Mide Bulandıran Bir Menü – Soykırımın Gastronomik Tadımı

Bu onur (!) konuklarına sunulan menüde neler vardı dersiniz? Onlar, her lokmada bir halkın acısını çiğnediklerinin farkında mıydılar? Sakın ola, aşağıda sıralayacağımız menünün sadece edebi bir benzetme olduğunu sanmayın. Bu menü, kurucu liderin paslı ruhunun günümüz Çin mutfaklarına nasıl yansıdığının, belgelenmiş ve kanıtlanmış bir izdüşümüdür.

Zira lider Mao’nun bu “rahat” tavrı, modern mutfaklarda adeta bir geleneğe dönüşmüştür. Çin’in en popüler restoran zincirlerinden Haidilao’nun Pekin’deki şubelerinden birinin mutfağında lağım suları içinde cirit atan farelerin görüntüleri ortaya çıktığında yaşananlar, bu geleneğin sadece küçük bir örneğidir (9). Bu yüzden, beleş sofralarda önünüze konan her tabağın, aslında gastronomik bir Rus ruleti olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Açılış: “Haşere Pot” veya Tuvalet Suyuyla Tatlandırılmış “Uygur Çığlığı” Çorbası

Misafirlerimize ilk olarak, o meşhur “hot pot” ikram edildi. Bu ortak kullanım güveçlerin şanı o kadar büyüktür ki, bazen içinden sürprizler çıkabilir. Örneğin, en ünlü zincir Xiabu Xiabu’da hamile bir kadının güvecinden ölü bir fare çıkmıştı. Restoranın kadına, “bebeğinin sağlığı için endişeleniyorsa kürtaj yaptırmasını ve masraflar için 3 bin dolar teklif etmesi” ise mide bulantısını ahlaki bir çöküşle birleştirmişti (10). Ya da hani sırf sosyal medyada dikkat çekmek için Şanghay’daki bir restoranın güvecine tuvaletini yapıp bunu marifet gibi paylaşan o iki gencin yarattığı skandalı ne yapacağız? (11) Bizimkiler, o kaynayan çorbanın içine porselen kaşıklarını daldırırken, acaba bu yemeğin sadece egzotik baharatlarla değil, ölü bir haşere veya çok daha “organik” ve “yerel” unsurlarla tatlandırılmış olabileceğini bir an olsun düşündüler mi? Düşündüler mi? Ne hadlerine! Zira bir toplama kampını “mesleki eğitim merkezi” diye yutabilen bir mide, böylesi “otantik kültürel deneyimleri” de rahatlıkla sindirebilir.

Ara Sıcak: Lağım Yağında Sotelenmiş İnkâr Filetoları

Ardından masaya, parlak renkleriyle göz alan sebze sotenin geldiğini hayal edelim. Peki bu sebzeleri parlatan neydi? Belki de Çin’in gıda sektöründeki o meşhur inovasyonu: “Oluk yağı” (Gutter Oil). Sakın isminin masumiyetine kanmayın. Bu yağ, kelimenin tam anlamıyla kanalizasyon atıklarından, restoranların lağım borularındaki yağ kapanlarından ve mezbaha artıklarından toplanıp, kimyasal işlemlerle ağartılarak (!) tekrar pırıl pırıl bir yemeklik yağ olarak şişeleniyor (3). Lağım çukurundan çıkarılıp parlatılan “gerçekler”, en iyi yine lağım yağıyla parlatılmış bir yalanla servis edilmeliydi. Öyle de yapıldı.

Okumadan Geçme  İşgalci Çin Doğu Türkistan'da yeni bir operasyon başlattı
 

Ana Yemek: Zorla Kısırlaştırılmış Umutlar Eşliğinde Pekin Ördeği

Ve işte o an geldi: Ziyafetin şaheseri, nar gibi kızarmış derisiyle Pekin Ördeği, bir sanat eseri gibi masaya getirildi. O usta eller, ördeğin etini derisinden titizlikle ayırırken, acaba akıllarına, aynı titizlikle ve soğukkanlılıkla işleyen cerrahi aletlerin, Uygur kadınlarını annelik umutlarından sonsuza dek ayırdığı geldi mi?

Bir anlığına ironiyi bir kenara bırakalım. Bu bir benzetme değildir. Rakamlardan bahsedelim. Sizin o ÇKP onaylı rehber kitapçıklarınızda yazmaz ama, o pek sıkıcı bulduğunuz uluslararası raporlar, o parlak caddelerin ve modern binaların gölgesinde bir halkın doğurganlığının kökünden kazındığını, doğum oranlarının bir devlet projesiyle %60’tan fazla çakıldığını belgeleriyle ortaya koyar. Bu eylemin uluslararası hukukta bir adı var: soykırım (4). Bu, cerrahi şiddetle bir soyun kurutulmasıdır.

Ama ne gam! O yağlı ve lezzetli etin damakta bıraktığı tat, bir neslin daha doğmadan boğazlanmasının acısını ve çelik aletlerin soğukluğunu hissettirmeyecek kadar güçlüydü, değil mi? O soğukluk ki, sonunda o kamplardan birinde annem Haci Buvi Hadiçe hanım’in bedenini cansız bıraktı (12). İşte sizin o lezzetle çiğnediğiniz şey, tam olarak bu gerçekti.

Propaganda Vantrologları Sahnede – Merdan Yanardağ’ın Pekin Ayini

Tele1 stüdyosunun steril ışıkları altında, Pekin’in nemli ve riyakâr havasını ciğerlerine çekip gelmiş, Yasak Şehir’deki Ejderha Tahtı’na yüz sürmekten dönmüş bir mandarinin kendinden geçmiş haliyle konuşan bir televizyon bilgesi belirdi. Bu, Merdan Yanardağ’dı. Pekin’in şatafatlı sofralarında sadece yemekleri değil, o yemeklerle birlikte servis edilen yalanları, kanı ve sefaleti de midesine indirmişti. Şimdi ise o midede öğütülenlerin en zehirli posasını, bir propaganda kusmuğuyla bizlerin üzerine püskürtüyordu. Aldanmayalım, bu bir anlık göz kararması, bir gaflet anı değildi. Bu, yıllanmış bir ihanetin en olgun meyvesi, Mao’ya tapınmanın vardığı son aşamaydı. Bu, Maocu bir ruhun nihayet nirvanaya ermesi, ideolojik efendilerinin önünde bir terakota askeri gibi kaskatı kesilmesiydi.

Hakiki bir gazeteci, şüpheyle bilenmiş bir neşterle gezer; gördüğü her parlak yüzeyin altındaki irini, her kusuruz görünen yapının sakladığı çatlağı arar. Oysa bu, kör bir imanla yola çıkmış havari, elinde neşter değil, Komünist Parti’nin o meşhur Kırmızı Kitapçığını taşıyordu. Gözleri gerçeği değil, kehanetlerin gerçekleştiğini, kutsal metinlerdeki vaatlerin tecellisini arıyordu. Bu yüzden, kendisine sunulan her robotik dans gösterisi, her ezberletilmiş gülümseme, onun için sorgulanması gereken bir mizansen değil, imanının ispatıydı. O, gerçeği görmek için değil, inancını tasdik ettirmek için oradaydı.

Şimdi sizi o klimalı fanusun, o konforlu otobüsün içine davet edelim. Merdan Bey, filtrenmiş camın arkasından, kendisine özel hazırlanmış Potemkin köylerinin ve profesyonel mutluluk timlerinin geçit törenini izlerken duyduğu o huzurlu serinliği hayal edin. O serinlik, dışarıdaki gerçekliğin ter ve kan kokusunu, klorak kokulu ‘eğitim’ merkezlerinden yayılan çürümüşlüğü, parçalanan ailelerin sessiz feryatlarını içeri sızdırmayan bir ihanet zırhıydı. İzin verin de, sizin o turistik bakışınızın asla delip geçemediği o parlak dekorun arkasındaki hesabın dökümünü biz yapalım:

YALAN 1: Pastoral Senfoni – Emir Komuta Zincirinde Mutluluk Dansı

Sizin “mutluluk” diye pazarladığınız, bir ıslıkla başlayıp bir el işaretiyle biten o kusursuz senkronlu danslar, bir halkın neşesinin değil, bir rejimin korku koreografisinin ta kendisidir. Bu, Kim Jong-un’u görünce hep bir ağızdan ağlamaya programlanmış zavallıların Çin versiyonundan başka bir şey değildir. Hakiki bir gazeteci, “Bu insanlar neden bir bayram veya özel gün olmadan, bir robot gibi aynı anda dans etmeye başlıyor?” diye sorardı. Oysa siz, size sunulan bu trajik piyesi, bir neşe patlaması olarak yuttunuz. Aynı sokakların, her köşe başında bir Büyük Birader kamerasının gözlediği, attığınız her adımın dijital prangalarla takip edildiği, telefonlarınıza casus yazılımların zorla yüklendiği devasa bir açık hava hapishanesi olduğunu görmezden geldiniz (8). O danslar, mutluluğun değil, totaliter korkunun ritmidir. Her bir piruet, “eğer oynamazsam başıma ne gelir?” korkusuyla atılmış bir adımdır.

YALAN 2: Kültürel Zenginlik Masalı – İki Dilli Tabelaların Arkasındaki Dil Kırımı

“Uygurca yasak değil, bakın tabelalar iki dilli,” diyerek, bir soykırımın en pespaye makyajını bizlere “kanıt” diye sundunuz. Bu, bir medeniyetin binlerce yıllık ruhunu birkaç kaligrafik tabelaya sığdırabilecek kadar sığ bir zekâya hakarettir. Bu, celladın, kurbanının naaşına iliştirdiği sahte bir karanfil kadar alçakça bir aldatmacadır. Siz o tabelalara bakıp mest olurken, aynı rejim okullarda bir neslin ana dilini boğazından söküp alıyor, Uygurca kitapları meydanlarda yakıyor, aydınları ve dilbilimcileri “iki yüzlü” diye zindanlara atıyordu (8). O iki dilli tabelalar, yaşayan bir kültüre saygının değil, katledilmiş bir dilin ruhuna Fatiha niyetine asılmış sahte bir çelenktir.

Okumadan Geçme  DUK, insan hakları endişeleri nedeniyle BASF'ın Çin'e verdiği desteği eleştirdi
 

YALAN 3: İnanç Özgürlüğü Tiyatrosu – Domuz Ahırına Çevrilmemiş Vitrin Camiler

Ve elbette, o pek beğendiğiniz, size özel olarak ışıklandırılmış, içinde Komünist Parti’nin maaşlı memurlarının imam rolü yaptığı o “vitrin camiler”… Oysa o parlak kubbenin gölgesinde, binlerce caminin, türbenin, mezarlığın Komünist Parti’nin o “ilerici” dozerleriyle yerle bir edildiğini Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü’nün (ASPI) yayınladığı yüzlerce uydu görüntüsü haykırıyor. Unutmayın Merdan Bey, uydu görüntüleri, sizin size eşlik eden o kibar ve güler yüzlü Çinli rehberleriniz kadar yalancı değildir. Bir tıklayıp, o yok edilen medeniyetin enkazına bakın isterseniz (5). Namaz kılmanın, oruç tutmanın, sakal bırakmanın “dini aşırıcılık” sayılıp toplama kampına gönderilme sebebi olduğu bir diyarda, ÇKP’nin “sosyalist değerlerle uyumlu, Çinlileştirilmiş İslam” projesinin bir parçası olan devlet memuru imamlardan aldığınız feyz, olsa olsa ideolojik bir körlüktür. Bu, bir inanç özgürlüğü değil, inancın nasıl hadım edildiğinin, bir dinin ruhunun nasıl esir alındığının en acı kanıtıdır.

YALAN 4: Silikon Vadisi Fantezisi – “Mesleki Eğitim” Soslu Toplama Kampları

Ve geldik en mide bulandırıcı yalana… Hani sizin o pek beğendiğiniz, neredeyse bir Silikon Vadisi kampüsü gibi anlattığınız “mesleki eğitim merkezi” masalı var ya… Siz o lüks otelin yumuşacık yastıklarında Çin’in geleceği hakkında parlak rüyalar görürken, o “merkezlerde” bir milyondan fazla insanın beyni, Orwell romanlarını aratmayan yöntemlerle yıkanıyor, bedenleri sistematik işkenceden geçiriliyor ve kimlikleri bir paçavra gibi sökülüp atılıyordu. Buyurun, bu da kanıtı; hani şu Çin hükümetinin kendi serverlarından sızdırılan Xinjiang Polis Dosyaları. Tıklayın da bir bakın, o dosyalardaki binlerce mahkum fotoğrafı, size “mesleki eğitim” almış aydınlık yüzler gibi mi görünüyor, yoksa bir soykırımın isimsiz kurbanları gibi mi? (6) Size o “mutlu azınlık” fantezilerini pazarlarlarken, sizin “emperyalist yalanı” diye yaftalamaya pek hevesli olduğunuz o sıkıcı Birleşmiş Milletler bile, rejimin eylemlerinin “insanlığa karşı suç” teşkil ettiğini en ağır dille belgeliyordu. Evet, bizzat BM. Eğer mideniz kaldırırsa ve o “solcu” vicdanınız bir anlık bir cesaret patlaması yaşarsa, Birleşmiş Milletler’in o “yalan” dediğiniz iddialar hakkında hazırladığı şu sıkıcı rapora bir göz atın. Ama dikkat, içindeki gerçekler sizin pembe hayallerinizi biraz incitebilir (7).

Propagandanın Piyonu – Erkin Öncan’ın “Muhtarlık” Sahtekarlığı

Propagandanın bu korosunda solistin bir de Moskova ve Pekin’in sadık aparatçığı olarak ün salmış yamağı vardı: Erkin Öncan. Öncan, bu ahlaki iflasın en somut ve en alçakça örneklerinden birini sergileyerek, propaganda sanatında ustalık (!) eserini ortaya koydu. Ve bu zehirli yalanı pazarlamak için seçtiği tezgâh ise, isminin taşıdığı ‘Serbestiyet’ (Özgürlük) kavramının ırzına geçen bir solcu gazete oldu.

İşin trajikomik yanı ise, Romanya’nın Amzacea köyünden Türkiye’ye bir sığınmacı olarak gelip yerleşen bu zatın, kendisine kucak açan bir milletin soydaşlarının cellatlığına bu denli hevesle soyunmasıydı. Anlaşılan o ki Öncan, Türklüğün kendisine sunduğu bu yeni vatana minnetini, Türklüğün beşiğini hançerleyerek göstermeyi tercih etmişti.

Öncan, gezi dönüşü Doğu Türkistan’daki mahalle idari birimlerini cilalayıp parlatarak, Türkiye’deki okuyucunun zihnindeki o masum “mahalle muhtarlığı” imajını, şeytani bir zekâyla sömürmeye kalktı. Onun anlattığı masalda bu yerler, güler yüzlü personelin halka hizmet ettiği, şirin ve sıcak mekanlardı. Oysa bu kurumların asıl adı “Mahalle Komiteleri”dir (Çince: 居民委员会, jūmínwěiyuánhùi); bunlar muhtarlık falan değil; Çin Komünist Partisi’nin en alt düzeydeki gözetleme, fişleme ve toplumsal kontrol hücreleridir (8). Bir Uygur için Gestapo’nun mahalle karakolundan farksızdır (8).

Hatta propaganda o kadar ileri gitti ki, Öncan bizlere bu merkezlerin ne kadar “sosyal” olduğunu kanıtlamak için içindeki TikTok odalarından, masaj koltuklarından bahsetti. Evet, yanlış duymadınız. Anlaşılan o ki, bu “hem resmi hem sosyal” kurgu, bir yandan fişlendiğiniz, diğer yanda ise fişlendiğinizi unutturmak için size zorla TikTok çektirilen modern bir panoptikon harikasıymış. O masaj koltuklarının, saatler süren sorgulardan yorulan parti görevlileri için mi, yoksa ‘ikna’ edilmiş bir ‘misafirin’ kaslarını gevşetmek için mi olduğunu sormak, belli ki bu parlak zekânın aklına gelmemiş.

Son Perde: Ahlaki Veba ve Zehirli Kusmuk

İnsan merak etmeden duramıyor: Duvarların bile kulak değil, kamera ve mikrofon olduğu bu Orwellci akvaryumun içinde, size özel sahnelenen bu devasa tiyatronun figüranlarından birinin aniden rolünden çıkıp, kulağınıza bir isyan marşı fısıldayacağını mı hayal ettiniz? Bu beklenti, bir gazetecinin merakı değil, Truman Show’u gerçek sanıp gerçeği görmeyi reddeden birinin naifliği veya bilinçli şekilde Çin’i aklamaya çalışan Pekin’in sadık bir sözcüsünün şovmenliğidir.

Tarih, bu vicdani intiharı, bu gönüllü figüranlığı elbette not edecektir. Ruhunu şeytana satan Faust bile, sizinki kadar ucuz bir ihanetin yanında trajik bir kahraman kalır. Siz ruhunuzu değil, mesleğinizin onurunu bir beleş uçak biletine ve üçkâğıtçı bir sokak sihirbazının sahte incik boncuğuna sattınız. Leş yiyen akbabalarla aynı leşe üşüşenler, o leşin kokusunu da üzerlerinde taşırlar. Siz, bir soykırım rejiminin kanlı sofrasına oturdunuz ve şimdi üzerinizdeki o ahlaki vebanın en hevesli taşıyıcılarısınız.

Sizin mideniz, bir organ değil, bir aklama makinesidir artık. O şatafatlı sofralarda size sunulan her bir yalan lokmasını, her bir kanlı ördek parçasını öğüttü ve Türkiye’ye döndüğünüzde birer ‘analiz’ olarak ağzınızdan dışarı püskürttü. Bu, bir fikir değil, bir salgıdır. Bu, bir yorum değil, o lağım kokulu ziyafetin midede sindirilemeyip, beyin yoluyla dışarı atılan zehirli kusmuğudur. O bedava gezinin lekesi, tarihin çöp sepetine atılmadan evvel, bir ömür boyu alnınızda taşıyacağınız utanç damganız olsun.

Afiyet olsun denmez. Tarih sizi, taptığınız o kir pas içindeki Mao ile birlikte yargılasın ve önündeki hesabınız ağır olsun.

Referanslar (Türkçe Açıklamalarıyla):

1. Li Zhisui (1994). The Private Life of Chairman Mao.

Açıklama: Mao’nun özel doktorunun, liderin kişisel hayatı, tuhaf alışkanlıkları ve hijyen konusundaki mide bulandıran tutumunu anlattığı anı kitabı.

2. Kristof, N. D. (1994). “Private Life of a Demigod”. The New York Times.

Açıklama: Dr. Li’nin kitabındaki iddiaları özetleyen, özellikle Mao’nun cinsel hayatı ve yaydığı hastalıklara odaklanan NYT makalesi.

3. Hernandez, J. C. (2014). “China’s ‘Gutter Oil’ Scandal”. The New York Times.

Açıklama: Çin’deki ‘lağım yağı’ skandalını ve kanalizasyon atıklarından yemeklik yağ üretilmesini detaylandıran NYT haberi.

4. Zenz, Adrian. (2020). “Sterilizations, IUDs, and Mandatory Birth Control…”. Jamestown Foundation.

Açıklama: ÇKP’nin Doğu Türkistan’daki Uygur doğum oranlarını zorla kısırlaştırma gibi yöntemlerle baskılama kampanyasını belgeleyen rapor.

5. Australian Strategic Policy Institute (ASPI). (2020). “Cultural erasure…”.

Açıklama: Uydu görüntüleriyle Doğu Türkistan’daki cami ve türbelerin sistematik olarak nasıl yok edildiğini kanıtlayan ASPI raporu.

6. Zenz, Adrian. (2022). “The Xinjiang Police Files”.

Açıklama: Çin hükümetinden sızdırılan, toplama kamplarındaki on binlerce mahkumun fotoğraflarını ve kamp içi belgeleri içeren ‘Sincan Polis Dosyaları’ arşivi.

7. Office of the UN High Commissioner for Human Rights (OHCHR). (2022). “OHCHR Assessment…”.

Açıklama: Birleşmiş Milletler’in Doğu Türkistan’daki uygulamaların “insanlığa karşı suç” teşkil edebileceğini belirttiği resmi raporu.

8. Human Rights Watch. (2021). “‘Break Their Lineage, Break Their Roots’…”.

Açıklama: İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Çin’in eylemlerini insanlığa karşı suç olarak tanımladığı ve ‘mahalle komiteleri’ gibi gözetleme mekanizmalarını açıkladığı raporu.

9. Zuo, M. (2017). “Rodents in kitchen…”. South China Morning Post.

Açıklama: Ünlü restoran zinciri Haidilao’nun mutfağında fareler tespit edilmesi üzerine kapatıldığını bildiren haber.

10. BBC News. (2018). “Chinese restaurant Xiabu Xiabu suspended over dead rat in soup”.

Açıklama: Ünlü zincir Xiabu Xiabu’da hamile bir kadının güvecinden ölü fare çıkması ve restoranın ahlak dışı teklifini anlatan BBC haberi.

11. NTV Haber (2023). “Çin’de çorba skandalı: Tuvaletini yapan iki gence binlerce dolar ceza”.

Açıklama: Şanghay’da bir restoranda, sosyal medyada dikkat çekmek için güvecin içine tuvaletini yapan iki gencin neden olduğu skandalı ve ahlaki yozlaşmayı gösteren haber.

12. Doğu Türkistan Bülteni. (2018). “Cenazemizi Kaldıracak Kimsemiz Kalmadı!”.

Açıklama: Yazarın annesi Haci Buvi Hadiçe hanım’in Çin toplama kampında işkenceyle şehit edildiğini ve ailesinin cenazesini dahi alamadığını bildiren haber.

(https://www.doguturkistan.org/cenazemizi-kaldiracak-kimsemiz-kalmadi/)