Kardeşlikten İhanete: Türk Gazeteciler Çin'in Propaganda Korosuna Katıldı

Türk medya heyetinin Doğu Türkistan ziyareti. (Tüm fotoğraflar ziyaretle ilgilidir.)

Özgür bir toplumdan gelen misafirler, Pekin'in Doğu Türkistan'daki sahnelenmiş ziyaretlerine ilk kez katıldı. Ancak onların ifadeleri, soykırımı asla örtbas edemez.

22 Eylül 2025

Yazar: Shohret Hoshur

Çin'in dört yıl önce yayınladığı bir beyaz kitaba göre, hükümet Doğu Türkistan'a yüzden fazla ziyaret düzenleyerek binden fazla diplomat ve gazeteciyi getirmiş ve onlara kendi tabirleriyle "Uygur halkının gerçek yaşamını" göstermiştir. Bu grupların büyük çoğunluğu, yoksulluğun yaygın, medyanın sıkı kontrol altında ve yolsuzluğun kök saldığı Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika ülkelerinden geliyordu. Çin, bu tür ziyaretleri kullanarak Uygurların gerçek durumunu gizleme ve kendini aklama yönündeki alçakça eylemlerini durmaksızın sürdürmektedir. Son zamanlarda, etnik ve kültürel olarak Uygurlara en yakın olan ve ahlaki açıdan dayanışma göstermesi özellikle beklenen Türkiye'den bir grup daha, bu Çin yanlısı temsilciler safına katıldı.

Geçen hafta, bir grup Türk gazeteci, Çin Konsolosluğu'nun daveti ve Türkiye-Çin Dostluk Vakfı'nın koordinasyonuyla Doğu Türkistan'ı ziyaret etti. Bir haftalık ziyaretin ardından bu grup, TELE-1 televizyon kanalına çıkarak devam etmekte olan Uygur soykırımını açıkça inkâr etti.

Elbette, kendilerini gururla "Çin'in dostu" olarak ilan eden bir gruptan tarafsızlık beklenemezdi. Doğal olarak, programda ortaya koydukları "gerçekler" de ziyaretin amacına, yani ikili dostluğu pekiştirmeye hizmet edecek şekilde ayarlanmıştı. Program tamamen komik sahneler, mantık dışı hükümler ve çarpıtılmış "delillerle" doluydu. Eski usul komünist propaganda gücünü yitirmiş olabilir, ancak günümüzde milliyetçilik ya da liberalizm kisvesine bürünerek, bölgeyi yakından izleyenleri kandıramasa da dışarıdakileri hâlâ yoldan çıkarabilir.

Bu nedenle, bu söyleşi hakkında iki noktada ciddi bir değerlendirme yapmayı zorunlu gördüm.

"Dans Eden Halk" Aldatmacası

Söyleşiye katılan Merdan Yanardağ, insanların dans edip eğlendiğini gördüğünü ve bunu mutluluğun bir kanıtı olarak gösterdiğini söyledi. Hatta o günün bir bayram ya da festival olmadığını da özellikle vurguladı.

Oysa insan toplumları hakkında en ufak bir bilgisi olan kişi, dansın genellikle düğün, bayram, tören veya konser gibi etkinliklerde yapıldığını bilir. Bir iki kişinin sokakta aniden dans etmeye başlaması tuhaf bir durumken, yüzlerce kişinin aynı anda dans etmesi, bunun önceden organize edildiğini gösterir. Yanardağ hiçbir organizatör görmediğini söyledi, ancak meselenin düğüm noktası tam da burasıdır. Bu tür durumlarda, özellikle de soykırımın hüküm sürdüğü bir bölgede, organizatör gizlenir ve faaliyeti elektronik gözetim aracılığıyla uzaktan yönetir.

Yanardağ, Türkiye'de bu tür devlet tarafından sahnelenmiş gösterilere rastlamadığı için mi bu kadar saf davrandı? Yoksa gördükleri, ziyaretinin amacına uygun olduğu için kasıtlı olarak soru sormaktan kaçındı mı? Hangisi olursa olsun, basit sağduyuyu kullanamaması veya kullanmak istememesi, onun gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.

Bu durum, Çin'in kurnazlığını bir kez daha gözler önüne seriyor: Saf veya utanmaz ziyaretçilerden faydalanarak kendileri için geçici zaferler yaratıyorlar. Ancak, biraz sosyal bilince ve mantıksal düşünme yeteneğine sahip herhangi bir kişi için bu sahtelik gün gibi ortadadır. Bu nitelikteki insanlara dayanan bir propaganda asla uzun ömürlü olamaz.

Dil Aldatmacası

Diğer bir ziyaretçi Mehmet Ali Gürsel, çift dilli tabelaları ve Uygurca gazeteleri örnek göstererek, Uygur dilinin yasaklanmadığına tanık olduğunu iddia etti.

Ancak bu, sadece yüzeysel bir aldatmacadır. Aslında yok edilen şey, Uygur dilindeki eğitim, kamu kurumlarındaki kullanımı ve bu dilin geleceğidir. Çift dilli tabelalar sadece gerçeği maskelemek için vardır. Birkaç Uygurca gazete veya radyo programının görevi de dili korumak değil, hükümet propagandasını Çince bilmeyen Uygurlara ulaştırmaktır.

Bir dil, sahnelenmiş sembollerle değil, doğal toplumsal kullanımla hayat bulur. Dilin bugünkü bu zayıf varlığı, Çin'in "merhametinden" değil, Uygurların kendi kültürlerine olan sadakatinden kaynaklanmaktadır.

"Kamp Yok" İnkârı

Bu ziyaretçi ayrıca, Urumçi'de hiçbir toplama kampı görmediğini ve bu konuda hiçbir şey duymadığını söyledi.

Çin hükümetinin kampları göstereceğini veya mağdurların bu konuda açıkça konuşmasına izin vereceğini beklemek, akıl dışı bir hayaldir. Çin'in kendisi, kampların kurulmasından iki yıl sonra onları "mesleki eğitim merkezleri" olarak

adlandırarak varlıklarını kabul etmişti. Daha sonra öğrencilerin çoğunun "mezun olduğunu" açıklamış olsalar da, onların topluma geri döndüğüne dair hiçbir kanıt yoktur. Aksine, camiler bomboş, meydanlar insansız ve Uygur mahalleleri mezarlık gibi bir sessizliğe bürünmüş durumda.

Eğer bu Türk ziyaretçiler kampların varlığını gerçekten araştırmak isteselerdi, Urumçi'ye kadar gitmelerine gerek yoktu. İstanbul'da yaşayan 30 bin Uygur'dan her 100 kişiden 95'i, en az birkaç aile üyesinin kaybolduğunu size anlatabilir. Bu kaybolmaları kamplardan başka hiçbir şey açıklayamaz.

Uygur Göçü Hakkındaki Safsatalar

Yanardağ ayrıca, Uygurların o kadar yüksek bir yaşam standardına sahip olduğunu iddia etti ki, zorlansa bile Türkiye'ye göç etmeyeceklerini öne sürdü. Öyleyse, 30 binden fazla Uygur, Türkiye Göç İdaresi'ne nasıl kayıt yaptırdı? Onun sözleri mantığı veya gerçeği değil, bir propagandacının görevini yansıtıyor: ziyaretini meşrulaştırmak, Çin'in misafirperverliğinin karşılığını vermek ve gelecekteki yeni davetlere zemin hazırlamak.

Elbette, tarihte kardeş milletlerin birbirini sattığı durumlar olmuştur. Ancak birbirini bu kadar ucuza satmak, tarihte nadir görülür.

Beş asır boyunca üç kıtaya hükmetmiş bir milletin torunlarının bir zalime yaltaklanması ne kadar da şaşırtıcı. Avrupa'ya komşu olarak yaşamış bir halkın üyesinin, kendi küçük çıkarları için böyle yalanlar söyleyebileceğini hiç düşünmemiştim.

Net Bir Karşılaştırma: Uygurların Boyun Eğmez Ruhu

Bu söyleşideki ifadeler, kalbimde halkımızın ilkeli ve boyun eğmez ruhunu yeniden canlandırdı: Silah zoruyla bile dininden dönmeyenleri; yoksulluktan açlığın eşiğine gelmiş olsalar da Çin'in yemeğini yemeyi reddedenleri; ve hayatları pahasına gerçeği söyleyen İlham Tohti, Abdulkadir Calalidin, Yalkun Ruzi, Perhat Tursun gibi aydınlarımızı hatırlattı.

Şuna kesinlikle inanıyorum ki, Çin bu tür ziyaretlerden bin tane daha düzenlese, bu ziyaretçilerden yüz bini ülkesine dönüp Çin hakkında masallar anlatsa bile, bu topraklarda yaşanan soykırım suçunu asla aklayamaz. Çin, bu suçu için mutlaka bedel ödeyecektir. Uygur halkı ise bu soykırımdan daha da güçlenerek sağ salim ayağa kalkacaktır.

Bizim dünyadan beklediğimiz acıma değil, insanların bu trajedi karşısında insani sorumluluklarını yerine getirmesidir. Bu yolu tutmayıp aksini yapanlar tarihin cezasına çarptırılacaktır. Hata yolu nereden ve nasıl başlarsa başlasın, son durağı cehalettir. Çıkar ne kadar büyük ve tatlı görünürse görünsün, eğer insanlık yolundan çıkma pahasına elde edilmişse, o bedene sinmiş bir zehirdir. İnsanlık tarihi, zalimi destekleyenlerin başına asla bir şeref tacı giydirmemiştir.

Bu yüzden, Türk heyetini 3,5 saatlik propaganda filmleriyle baş başa bırakalım. Bakalım bundan sonra daha ne gibi komik safsatalar yumurtlayacaklar, hangi maymun oyunlarını sergileyecekler ve ne gibi mucizevi methiyeler düzecekler.

Kaynak: Bitter Winter