Doğu Türkistan’ın 70 Yıllık Kaderi: “Güzel Xinjiang” Propagandasının Ardındaki Yüksek Teknolojili Gözetim ve Kültürel Soykırım

Uygur Araştırmaları Enstitüsü

28 Eylül 2025

27 Eylül 2025’te Deutsche Welle’nin (Alman DW) Çince yayınında Yuchen Li imzasıyla yayımlanan “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nin Kuruluşunun 70. Yıldönümü: Yüksek Düzeyde Kutlama ve Gözetim Altında Baskı” başlıklı bu makale, Çin hükümetinin Doğu Türkistan’da yürüttüğü politikaları çok katmanlı ve derinlemesine analiz eden önemli bir eserdir. Makale, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in bölgenin kuruluşunun 70. yılını kutlamak için gerçekleştirdiği yüksek profilli propaganda ziyareti ile bu bölgede yaşayan Uygurlar ve diğer yerli halkların karşılaştığı ağır gerçekliği karşılaştırarak meselenin özünü ortaya koymaktadır. Bu eserin en önemli bilimsel değeri, yalnızca tek taraflı beyanlara dayanmayıp, bir yandan Çin hükümetinin resmi propagandalarını, diğer yandan Batı’daki seçkin üniversitelerden uzmanların bilimsel analizlerini ve sürgündeki Uygur aydınlarının kişisel tanıklıklarını bir araya getirerek okuyuculara konuyu her yönüyle anlama fırsatı sunmasıdır. Makalede, ABD’deki Rose-Hulman Teknoloji Enstitüsü’nden Profesör Timothy Grose ve Kanada’daki Simon Fraser Üniversitesi’nden Profesör Darren Byler gibi iki saygın Doğu Türkistan araştırmacısının görüşlerine özel bir yer verilmiş olması, makalenin bilimsel güvenilirliğini büyük ölçüde artırmıştır. Makale, Çin’in “ulusal bölgesel özerklik” olarak adlandırdığı politikanın tarihsel, sosyal ve siyasi açılardan nasıl bir milleti sistematik olarak asimile etme ve kültürünü yok etme aracına dönüştüğünü ayrıntılı bir şekilde aydınlatmaktadır.

Kutlama Töreni ve Sürgündeki Uygur Şairinin Istırabı

Makale, okuyucuları doğrudan olayın merkezine çekerek başlıyor. Bir yanda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in kırmızı halılar üzerinde, geleneksel kıyafetler giymiş kişilerin şarkı ve danslarıyla “coşkuyla karşılandığı” bir tablo çizilir. Bu, Çin hükümetinin dünyaya göstermek istediği “Güzel Xinjiang”, “milletler ittifakı” ve “mutlu yaşam” propagandasının bir yansımasıdır. Diğer yanda ise 30 yıl önce vatanını terk etmek zorunda kalan ve şimdi Londra’da yaşayan Uygur şair ve aktivist Aziz İsa Elkun’un bu görüntülere “bakmaya bile dayanamadığını” ve bunu “aptallık” olarak nitelendirdiği sözleri aktarılır. Bu güçlü karşılaştırma ile makale, daha en başından resmi propaganda ile gerçeklik arasındaki derin çelişkiyi gözler önüne serer.

Bu bölümün en önemli rolü, siyasi bir meseleyi insani duygular aracılığıyla canlandırmasıdır. Xi Jinping’in ziyareti siyasi bir kurgu ve sahnelenmiş bir gösteri iken, Aziz İsa Elkun’un tepkisi bütün bir milletin acısını, anayurdundan ve ailesinden ayrı kalmanın derdini ve medeniyetinin yok edilmesine duyduğu öfkeyi ifade eder. Onun “bir-iki saniye bakıp kapattım” demesi, bu görüntülerin sürgündeki bir Uygur için ne kadar acı verici olduğunu güçlü bir şekilde anlatır. Bu, sadece bir kişinin hikayesi değil, aynı zamanda tüm Uygur diasporasının ortak kaderinin ve hissiyatının küçültülmüş bir örneğidir.

Makalede Elkun’un, “Xi Jinping’in birkaç yıl önce Uygurlara yaptıklarını” bugünkü kutlama faaliyetleriyle karşılaştırması, Çin hükümetinin zulüm ile propagandayı bir arada yürütme siyasetinin özünü ifşa eder. Bir yandan kamplar, hapishaneler ve gözetim sistemleri kurarak milyonlarca insanı bastırırken, diğer yandan onları kendisi için şarkı söylemeye ve dans etmeye zorlaması, bir tür siyasi alay ve insan onurunu ayaklar altına alan bir hakarettir. Elkun’un “Şimdi sizin için şarkı söyleyecek adam mı ısmarlıyorsunuz, bu gerçekten aptallık” sözü, bu hakarete karşı duyulan güçlü isyanın bir ifadesi olarak makalenin genel eleştirel ruhunu belirler.

Xi Jinping’in Nutku ve “Ulusal Bölgesel Özerklik” Siyasetinin Anlamı

Bu bölümde makale, Çin hükümetinin resmi söylemlerini analiz etmeye odaklanır. Xi Jinping’in Doğu Türkistan ziyaretinde “toplumun genel istikrarını koruma” çağrısı yaptığı ve Komünist Parti’nin “ulusal bölgesel özerklik” sistemini “tamamen doğru, bilimsel ve etkili” olarak övdüğü aktarılır. Bu sözler, Çin hükümetinin kendi politikalarını meşrulaştırmak ve aklamak için kullandığı standart ifadelerdir. Buradaki “istikrar” kelimesi, barış ve huzuru değil, muhalefetin tamamen bastırıldığını, her türlü farklı sesin boğulduğunu ve tüm toplumun sıkı bir kontrol altına alındığını göstermektedir.

Makalenin en önemli katkısı, bu resmi söylemleri uzman analizleriyle birleştirerek ardındaki gerçek amacı ortaya koymasıdır. Profesör Timothy Grose’un belirttiği gibi, tarihe bakıldığında Çin hükümetinin asimilasyon politikasında “belli bir tutarlılık” mevcuttur. Yani, “ulusal bölgesel özerklik” adı kağıt üzerinde milletlere kendi kendini yönetme hakkı veriyormuş gibi bir izlenim yaratsa da, uygulamada daima Pekin’in sıkı kontrolü altında olmuş, yerel halkların kültürünü, dilini ve dinini zayıflatma ve nihayetinde Çin kültürüne entegre etme amacına hizmet etmiştir. Bu politika kesintisiz bir süreç olmasa da, temel amacı değişmemiştir.

Çin anayasasında “azınlık milletlerin toplu olarak yaşadıkları yerlerde bölgesel özerklik uygulaması, özerk organlar kurması ve özerklik haklarını kullanması” hakkına sahip olduğu belirtilse de, gerçekte bu “özerklik hakkı” son derece sınırlıdır. Maliye, kadro, eğitim ve güvenlik gibi hayati alanların tümü merkezin kontrolündedir. Dolayısıyla, Xi Jinping’in bu sistemi “bilimsel ve etkili” olarak tanımlaması, aslında bu sistemin yerel halkları kontrol etme ve asimile etmedeki etkinliğine işaret etmektedir. Bu, özerklik kavramının kasıtlı olarak çarpıtılması ve ona siyasi egemenliği pekiştirme aracı olarak yeni bir anlam yüklenmesidir.

70 Yıllık Tarihsel Süreç: Yıkımdan Yeniden İnşaya

Bu bölüm, makalenin çekirdeğini oluşturur ve “Deutsche Welle” tarafından hazırlanan 12 fotoğraflık tarihsel bir özet aracılığıyla Doğu Türkistan’ın 1955’ten 2025’e kadar olan 70 yıllık sürecini adım adım anlatır. Burada uzman analizleri, tarihsel olaylarla iç içe geçirilerek meselenin kökeni ve gelişimi net bir şekilde ortaya konulmuştur.

  • 1955: Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nin kuruluşu, resmi propagandada “Uygur halkının kendi kaderini tayin etmesi” olarak tanımlanır. Ancak makalede Profesör Grose’un bakış açısıyla bunun aslında bir asimilasyon politikasının parçası olduğu ortaya konulur. Daha da önemlisi, özerk bölge ile eş zamanlı kurulan Xinjiang Üretim ve İnşaat Kolordusu’nun (Bingtuan) rolü özellikle vurgulanır. Profesör Darren Byler, Bingtuan’ı “devletin öncüsü” olarak adlandırarak, onun sadece ekonomik kalkınma ile uğraşmadığını, aynı zamanda sınır savunması, sosyal istikrarın kontrolü ve hatta cezai yaptırım ve hapishane sistemleriyle yakından ilişkili olduğunu gösterir. Bingtuan, Çin hükümetinin Doğu Türkistan’a kitlesel olarak Han Çinlisi göçmenleri yerleştirmesi, yerel nüfus yapısını değiştirmesi ve ekonomik kaynakları kontrol etmesindeki en önemli araç olmuştur. Onun “parti, hükümet, ordu, işletme birleşik” özel örgütsel yapısı, bu bölgedeki hukuk dışı konumunun ne kadar büyük olduğunu kanıtlar. Son yıllardaki kitlesel gözaltı sisteminde Bingtuan’ın oynadığı “liderlik rolü”, onun baskı mekanizmasındaki yerini daha da netleştirir.
  • 1960’lar: Makale, 1960’lardaki Çin-Sovyet ilişkilerinin bozulmasını ve 1962’deki “İli-Tarbagatay Olayı”nı (yani 60 bin kişinin sınırı geçerek kaçması) Pekin’in yerel halklara olan güveninin ilk büyük krizi olarak değerlendirir. Bu olay, Çin hükümetinin “sınır bölgelerindeki azınlık milletlerin sadakati” konusundaki şüphelerini derinleştirmiştir.
  • 1980’ler: Aynı zamanda makale, 1980’lerdeki reform ve dışa açılma döneminde Uygur kültürünün kısa süreli bir canlanma dönemi yaşadığını da inkar etmez. Bu, Çin politikasının her zaman katı olmadığını, bazen gevşemelerin de yaşandığını, ancak bu gevşemelerin hiçbir zaman temel kontrolü bırakma amacı taşımadığını gösterir.
  • 2009-2014: 2009’daki Urumçi olayları, etnik ilişkilerin tamamen koptuğu bir dönüm noktası olur. Profesör Byler, 2013 ve 2014 yıllarında meydana gelen bazı şiddet olaylarının, özellikle de Kunming’deki saldırının Çin hükümeti tarafından “Çin’in 11 Eylül’ü” olarak tanımlandığını ve bunun, yüksek teknolojili gözetim sistemini kurmak için en önemli sebep ve bahane olarak kullanıldığını ortaya koyar.
  • 2014’ten Sonra: “Sert Darbe” operasyonundan sonra Doğu Türkistan tamamen yüksek teknolojili bir gözetim ağıyla kaplandı. Yüz tanıma sistemleri, büyük veri analizi, yapay zeka gibi teknolojiler, insanların her hareketini, hatta düşünce ve niyetlerini “tahmin etmek” ve kontrol etmek için kullanıldı. Profesör Byler’ın analizine göre, bu sistem yerli olmayan, yani Uygur veya Kazak olmayan kişilerin “özgürce seyahat etmesini ve kendini tamamen güvende hissetmesini” sağlarken, yerel halk için her an, her yerde onları izleyen “görünmez bir ağa” dönüştü. 2017’den itibaren kurulan devasa “yeniden eğitim kampları” sistemi, bu gözetimin en üst noktasıdır. Resmi olarak “mesleki beceri eğitim merkezi” olarak adlandırılan bu kamplar, aslında insanları dini inançlarından, milli kimliklerinden ve bağımsız düşüncelerinden vazgeçirmeyi amaçlamıştır. Byler’ın analizine göre, bu sistem başlangıçta telefonları kontrol ederek kimin kampa gönderilmesi gerektiğini belirleyen bir “teşhis aracı” olarak işlerken, sonrasında insanları “itaatkar emek gücüne” dönüştürme ve “boyun eğen bir kitle” yetiştirme aracına dönüşmüştür.

Bu bölüm, Çin hükümetinin baskısının sadece fiziksel kontrolle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bütün bir milletin ruhunu ve kimliğini değiştirmeyi amaçladığını derinlemesine açığa çıkarır. Profesör Timothy Grose bunu “Uygur kültürünün nesilden nesile aktarımını kesme” hareketi olarak görür. Bunun somut örnekleri şunlardır: Birincisi, eğitim sisteminin tamamen Çinceye dönüştürülerek yeni neslin kendi anadilinden ve bu dilde yaratılan medeniyetten koparılması. İkincisi, “Güzellik Projesi” (丽人) gibi hareketler aracılığıyla Uygurların geleneksel giyim, saç stili ve yaşam tarzlarının “geri kalmış”, “aşırı” olarak damgalanıp, Çin estetiği ve yaşam tarzının zorla dayatılması. Grose’un vardığı sonuca göre, bu politikaların nihai amacı, “Uygur kimliğinin içindeki İslam dini ve Türk dili gibi temel unsurları yıkarak, kendi kültüründen ve tarihinden tamamen kopmuş ‘yeni vatandaşlar’ nesli yaratmaktır.”

Son yıllarda Çin hükümeti, “Güzel Xinjiang” propagandasını güçlendirerek bu bölgeyi bir iç turizm merkezine dönüştürdü. Bunun iki amacı vardır: Birincisi, ekonomik fayda sağlamak. İkincisi ve daha önemlisi, siyasi propaganda yürütmek. Profesör Grose’un belirttiği gibi, turistleri buraya gelip “kendi gözleriyle görmeye” davet ederek, uluslararası alandaki “insan hakları ihlalleri” iddialarına karşı bir şüphe yaratmak amaçlanmaktadır.

Turistlerin gördüğü, hükümet tarafından özenle seçilmiş, kalıplaşmış ve metalaştırılmış bir “Uygur kültürü”dür – yani sadece şarkı ve danstan ibaret olan yüzeysel bir görüntü. Bu süreçte gerçek medeniyetin ruhu ve ardındaki acı gizlenir. Bu “yeni normal” duruma uyum sağlamak için bazı şehirlerde sokaklardaki gözetim ekipmanlarının bir kısmı gizli yerlere yerleştirilmiştir. Ancak Profesör Byler, bunun gerçek bir “normalleşme” olmadığını, gözetim sisteminin sadece “dış dünyaya görünmez” bir hale getirildiğini, fakat Uygurlar için hala “son derece etkili” bir şekilde çalıştığı konusunda uyarır. Gözetimin büyük bir kısmı perde arkasında, yani dijital veri takibi yoluyla yürütülmektedir.

Makale, bu karmaşık tarihi anlamak için iki önemli noktayı özetler. Birincisi, Profesör Grose’un vurguladığı gibi, her turistin gittiği bu toprakların aslında Uygurların ve Kazakların meşru vatanı olduğunu, onların bu topraklarla “derin bir bağı ve aidiyet ilişkisi” olduğunu kabul etmesi gerektiğidir. Bu, toprakların mülkiyeti ve medeniyetin aidiyeti meselesini gündeme getirir. İkincisi, Profesör Byler’ın ortaya koyduğu gibi, Çin polisinin “aşırıcılığı” tespit etmek için kullandığı 75 maddelik “aşırılık eylemleri listesi”nin “son derece keyfi” olduğudur. Bu listeye “Ramazan’da oruç tutmak, helal standartlarını korumak” gibi normal dini faaliyetlerin de dahil edilmiş olması, baskının “terörle mücadele” ile hiçbir ilgisi olmadığını, aksine Uygurların “doğulu ve dini kimlikleri” nedeniyle hedef alındığını kanıtlar. Bu, Çin’in bu hareketinin dünyadaki diğer herhangi bir terörle mücadele planından kökten farklı olduğunu gösterir.

Baskının Yayılması ve Uluslararası Toplumun Dikkati

Bu bölümde makale, baskının boyutunu somut veriler ve uluslararası raporlar aracılığıyla tasvir eder. Amerikan Atlantik Konseyi’nin 2022 tarihli raporunda en az 500 bin Uygur’un gözaltında olduğunun tahmin edildiği belirtilir. Aynı zamanda, Çin’in dijital verileri sıkı bir şekilde kontrol etmesi nedeniyle gerçek sayının bundan çok daha yüksek olabileceği vurgulanır. Zorunlu çalıştırma meselesine de değinilerek, yüz binlerce Uygur’un tekstil, imalat ve tarım sektörlerinde zorla çalıştırıldığı belirtilir. Bu suçlamalar sadece insan hakları örgütleri tarafından değil, aynı zamanda 2022’de Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan bir raporda da dile getirilmiştir. Raporda, Çin’in Doğu Türkistan’daki eylemleri “ciddi insan hakları ihlalleri” olarak kınanmış ve bunun “insanlığa karşı suç” teşkil edebileceği uyarısında bulunulmuştur. Bu, meselenin uluslararası hukuk düzeyine taşındığını göstermektedir.

Yurtdışındaki Uygurların Mücadelesi ve Umudu

Makale, sadece ağır gerçekliği tasvir etmekle kalmayıp, sonunda umut ve direniş ruhunu da yansıtır. Baskıya karşı mücadelenin önemli bir şekli, yurtdışındaki Uygur diasporasının kendi kültürünü korumak ve dünyaya sesini duyurmak için gösterdiği çabalardır. Profesör Grose, yurtdışında “son derece aktif bir Uygur topluluğunun” varlığını, onların kültür merkezleri kurduğunu, kitaplar yayımladığını, çocuklarına anadillerini öğrettiğini ve kimliklerini korumak için çalıştığını vurgular. Bu, medeniyetin canlılığını ve zulüm karşısında yok olmayacağını gösterir. Makale, en sonunda bir kez daha şair Aziz İsa Elkun’un sesiyle biter. Onun, yurdundaki annesinin Çin polisinin sürekli tacizine maruz kalmasına rağmen konuşmaya devam etmesi, umudunu kaybetmediğini ifade eder. Onun “Ben umutluyum. Ben adaletin eninde sonunda tecelli edeceğine kesinlikle inanıyorum” sözü, makalenin güçlü ve etkileyici bir sonucu olur. Bu, zulüm karşısında insan iradesinin boyun eğmeyeceğinin bir ifadesidir.

Özet

Yuchen Li’nin “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nin Kuruluşunun 70. Yıldönümü: Yüksek Düzeyde Kutlama ve Gözetim Altında Baskı” başlıklı bu makalesi, Doğu Türkistan meselesini anlamak için önemli bir bilimsel belgedir. Makale, Çin hükümetinin propaganda makinesinin yarattığı sahte “Güzel Xinjiang” manzarasını yıkarak, ardında gizlenen sistematik baskıyı, yüksek teknolojili gözetimi ve kültürel yok etme politikalarını uzman analizleri ve kişisel tanıklıklar aracılığıyla ortaya koyar. Makale, “ulusal bölgesel özerklik” adı altında uygulanan politikanın, aslında bir milletin kimliğini, dilini, dinini ve medeniyetini yok etmeye yönelik uzun vadeli bir proje olduğunu gözler önüne serer.

En önemlisi, makale okuyuculara sadece karanlığı göstermekle kalmaz, aynı zamanda bu karanlığın içindeki umut ışığını – yani Uygur halkının, özellikle de yurtdışındaki Uygurların kendi medeniyetlerini ve kimliklerini koruma yolundaki azimli mücadelesini de aydınlatır. Bu, bir milletin ruhunun ve varlığının hiçbir zulümle tamamen yok edilemeyeceğinin bir kanıtıdır. Kısacası, bu makale sadece bir haber belgesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda tarih, siyaset ve insani kaderlerin iç içe geçtiği karmaşık bir meseleyi derinlemesine anlamak için tavsiye edilmeye değer, kıymetli bir eserdir.