Uygur şair Tahir Hamut İzgil’in Uygurlara uygulanan soykırıma tanıklıklarını anlattığı ödüllü kitabı ‘Gece Yarısı Tutuklanmayı Beklemek’ Timaş Yayınları’ndan çıktıı. KARAR’a konuşan İzgil: Zulüm ister Filistin’de olsun, ister Doğu Türkistan’da, o her zaman zulümdür. Onun mahiyeti değişmez. Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmü inkâr etmesi kaçınılmaz. Ancak Türk ve İslam dünyasının Çin’in tarafını tutarak bu zulmü inkâr etmesi veya sessizliği tercih etmesi beni hayal kırıklığına uğratıyor.
13/10/2025, Saliha Sultan
KAYNAK: KARAR GAZETESİ
Doğu Türkistanlı şair ve yazar Tahir Hamut İzgil’in 2023 Amerikan Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği John Leonard Ödülü ve 2024 Moore İnsan Hakları Kitap Ödülü’ne layık görülen ‘Gece Yarısı Tutuklanmayı Beklemek’ kitabı Timaş Yayınları tarafından Türkçeye aktarıldı. Amerika’da yaşayan yazarla, kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak kaleme aldığı kitabı üzerinden Çin’in Uygurlara yönelik soykırıma varan uygulamalarını, toplama kamplarını ve Uygurların sesi dünyaya ulaşmayan acılarını konuştuk.
-Çin’in Uygurlara yönelik zulmüne dair çok şey duyuyoruz ama içeriden tanıklık az. ‘Kitabınız Gece Yarısı Tutuklanmayı Beklemek’ bu durumun ender örneklerinden. Doğu Türkistan’da neler oluyor?
‘Gece Yarısı Tutuklanmayı Beklemek’ Uygurlara yönelik büyük tutuklamaların başlamasının hemen öncesinde ve sonrasında Doğu Türkistan’daki durumun nasıl olduğuna dair doğrudan gözlemlerimden bahseden ve bu minvalde kaleme alınmış bir anı kitabı. Geçtiğimiz on küsur yılda Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü haline geldi. Bununla birlikte süper güç olma arzusu da güçlendi. Özellikle ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ projesinin hayata geçirilmesiyle birlikte, Çin rejimi Doğu Türkistan’daki Uygurları ‘ulusal güvenliğe tehdit’ olarak tanımlayarak, onları bütün bir millet olarak yok etme ve o toprakları kendileri için daimi ve istikrarlı toprağı haline getirme niyetini ortaya koydu. Şüphesiz ki Çin, dünyanın buna sessiz kalacağına, en azından karşı çıkamayacağına inanıyordu. İşte böyle büyük bir arka plan altında, Uygurlara yönelik eşi benzeri görülmemiş bir zulüm başladı. Bir milyondan üç milyona kadar Uygur toplama kamplarına kapatıldı, İslam dini yasaklandı. Uygur dili okullar başta olmak üzer günlük hayatın birçok alanından çıkarıldı. Kültürel değerler yok edildi. Ebeveynler çocuklarından ayrıldı. Genç Uygur kız ve erkekleri zorunlu çalışmaya tabi tutuldu. Uygurların nüfusu birdenbire azaldı ve sonunda bu zulmün bir soykırım olduğu teyit edildi.
-Kitabınız yayımlandıktan sonra uluslararası ödüller aldı ama aynı zamanda ailenize yönelik baskılar da arttı. Bu ikili duyguyu nasıl yaşıyorsunuz?
Kitap yayımlandıktan sonra gerçekten de beklemediğim derecede güçlü bir etki yarattı. Dünyaca ünlü yayınlarda eseri öven yazılar yayımlandı. 20’ye yakın dile çevrildi. Uluslararası ödüller kazandı. Ancak ben bu başarılardan gerçek bir mutluluk duyamadım. Çünkü, öncelikle bu kitapta halkımın trajedisi anlatılıyor, sonra, anne-babam, akrabalarım ve dostlarım Doğu Türkistan’da zulüm altında yaşıyorlar. Diğer yandan internet iletişiminin bu kadar geliştiği bir çağda bile, onların güvenliği için onlarla hiçbir şekilde iletişim kuramıyorum. Eşim ve çocuklarım şu an Amerika’da huzur içinde yaşıyor olsa da, tıpkı kitapta eşim Merhaba’nın söylediği gibi “Bedenimiz burada olsa da ruhumuz ana vatanda kaldı.” Biz hala Çin’in Uygurlara yönelik zulmünden kurtulamadık. Ama umudumuzu kaybetmedik. Kendi vatanımızda özgür yaşama irademizden vazgeçmedik ve bunun için her zaman mücadele edeceğiz. İşte bu, hayatımıza anlam katan itici güç!
İSTER FİLİSTİN’DE İSTER DOĞU TÜRKİSTAN’DA, ZULMÜN MAHİYETİ DEĞİŞMEZ
-Sizce dünyanın hâlâ görmek istemediği en çarpıcı gerçek nedir?
“Zulmün kapısı açılırsa kapanmaz” diye bir söz vardır. İnsanlığın bir bütün hale geldiği günümüzde, zulüm sadece yaşandığı halk veya bölge ile sınırlı kalmaz. Bence dünya bu gerçeği göremiyor. Zulüm ister Filistin’de olsun, ister Arakan’da ya da Doğu Türkistan’da olsun, o her zaman zulümdür. Onun mahiyeti değişmez.
- Yıllar içinde baskılar artarken Uygurların gündelik hayatında en çok hangi özgürlük kayboldu?
Bence Uygurların mahrum kaldığı en büyük özgürlük dini inanç özgürlüğüdür. Şimdi insanlar normal bir şekilde ibadet edemiyor. Evlerinde dini kitaplar bulunduramıyor. “Allah” kelimesini ağızlarına alamıyorlar. Birbirleriyle selamlaşırken “Esselamu aleyküm” diyemiyorlar. Helal ile haramı ayırmaya cesaret edemiyor. Çocuklarına “Muhammed, İbrahim, Ayşe, Fatma” gibi isimler koyamıyorlar. Oysaki bu kısıtlamalar, Uygurların İslam’ı kabul ettikten sonraki bin yıllık hayatlarında hiç görülmemişti. Bütün İslam dünyasını arka bahçesi olarak gören Çin, Uygurların İslam inancını işte bu derecede ayaklar altına almaktadır. İşin ironik tarafı, Çin anayasası ve özerk bölge yasasında dini özgürlüğün korunacağına dair açık bir güvence verilmiş olmasıdır. Bunun dışında, Uygur dilinin yok oluşu da çok hızlı bir şekilde devam ediyor.
-Kitap boyunca hissettirdiğiniz ‘sessizlik’ duygusu dikkat çekiyor. Doğu Türkistan halkı sessizliğe mi mahkûm edildi?
Evet, şu anda Doğu Türkistan halkı zulüm karşısında sessiz kalmaya mecbur. Ama ben direnişin devam ettiğine inanıyorum. Ancak biz iletişimin neredeyse tamamen kontrol altında tutulduğu bir ortamda bunun ayrıntılarını bilemiyoruz. 11 Eylül olaylarından sonra Çin hükümeti, Uygurları uluslararası terörizme bağlayarak cezalandırmak için Uygurların direnişlerini abartarak ve çarpıtarak dünyaya kötü göstermeye çalıştı. Hatta bazı terör eylemlerini kendileri tezgâhladı. Ancak 2017’deki büyük tutuklamalardan sonra, özellikle bazı Batı ülkelerinin Çin hükümetinin Uygurlara yönelik zulmünü soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanımasından sonra, Çin, Doğu Türkistan’da meydana gelen direnişleri anında bastırma ve bunlara ilişkin bilgileri kesin bir şekilde engelleme yoluna gitti. Bu yüzden şimdi Uygurların direnişine dair delil niteliğindeki haberi duyamıyoruz, sadece sessizliği görüyoruz.
UYGURLAR VE TÜRKLER KARDEŞTİR
-Uluslararası toplum bu zulmü durdurmakta neden bu kadar etkisiz kaldı? Hangi adım atılmadan tablo değişmez?
Uluslararası toplum geniş çaplı bir birleşik cephe oluşturup Doğu Türkistan’daki soykırımı durduramamış olsa da, Amerikan hükümeti, bazı Batı ülkelerinin parlamentoları ve BM İnsan Hakları Komitesi, Çin’in Uygurlara yönelik zulmünü soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanıdı. Londra Uygur Mahkemesi de bu tanıyı teyit eden bir karar verdi. Amerika’da Uygurlarla ilgili yasalar onaylandı, Çin’deki soykırımla ilgili kurum ve kişilere yaptırımlar ilan edildi veya kısıtlamalar getirildi. Birçok uluslararası insan hakları örgütü, aktivist, siyasetçi ve araştırmacı Doğu Türkistan’daki zulme karşı tepki gösterdi. Bence bu sayede Çin’in Uygurlara yönelik zulmünün daha da şiddetlenmesi bir ölçüde engellendi. Uygurların Çin’in sandığı gibi sahipsiz olmadığı ispatlandı ve en önemlisi, Çin’e soykırım ve insanlığa karşı suç damgası vuruldu. Bence bunlar küçük başarılar değil. Ancak üzücü olan şu ki, bu başarılar Doğu Türkistan halkının ödediği eşi benzeri görülmemiş ağır bedelleri gerektirdi ve bu bedel ödenmeye devam ediyor.
Uygurlar ve Türkler kardeştir. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Türkiye hakkında sık sık şöyle bir durumu düşünürüm: Bir kişi, uzaktaki mazlum bir akrabasının zulüm gördüğünü bilse ve onu zulümden kurtarmaya gücü yetmese ne yapmalıdır? O kişi, o akrabasına elinden geldiğince yardım etmeli ve onunla birlikte olduğunu haykırabilmeli. En azından ona olan ilgisini ve alakasını ifade etmeli ve ona değer verdiğini açıkça söyleyebilmelidir. Bence bu, aynı zamanda asgari bir insanlıktır.
İNSANLIK VİCDANINA SUNULMUŞ BİR SINAV
-Çin başta olmak üzere bazı çevreler Uygurların yaşadığı zulmü inkâr ediyor. Sizce bu inkâr hangi söylemlerle yapılıyor?
Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmü inkâr etmesi kaçınılmaz. Ancak Türk ve İslam dünyasının Çin’in tarafını tutarak bu zulmü inkâr etmesi veya sessizliği tercih etmesi beni hayal kırıklığına uğratıyor. Her ne kadar onların Çin’den gelecek çıkarları için böyle davrandıklarını bilsem de, Doğu Türkistan’daki zulmün insanlık vicdanına sunulmuş bir sınav olduğuna, hükümetler için ekonomik çıkarlarla birlikte hakkaniyet ve adaletin de önemli olduğuna inanıyorum. Üstelik, kardeşlik ve dindaşlık bağlarımız aramızda duruyor.
SÜRGÜNDE BİRÇOK YAZAR VE ŞAİRİMİZ VAR
-Uygur şiirinin ve edebiyatının bu dönemdeki rolü nedir? Şiir hâlâ bir direniş biçimi olabilir mi?
Doğu Türkistan’da Uygur edebiyatı, tıpkı oradaki insanlar gibi zulüm altında. Normal bir edebiyattan bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden şu anda onun bir direnişe dönüşmesi oldukça zor. Ancak ben yazar ve şairlerin harika eserler yazmaya devam ettiğine inanıyorum. En azından Uygurca eser yazmanın kendisi bile milli kültürümüzü sürdürmenin önemli yollarından biri. Sürgünde bir grup Uygur yazar ve şair var. Onlar yazmaya devam ediyorlar ve yazdıkları eserler giderek dünyanın dikkatini çekiyor. Türk okurların bu eserlere ilgi göstermesini umuyorum.
HALKIM BASKILARA RAĞMEN KÜLTÜRÜNE SAHİP ÇIKIYOR
-Bugün Doğu Türkistan’da sıradan bir insanın hayatı nasıl? Bir gününü tarif etseniz okurlarımızı hangi ayrıntılar en çok çarpardı?
Şu anda Doğu Türkistan’da sıradan bir Uygur vatandaşının hayatı, günlük yaşamları için gerekli olan temel ihtiyaçlarını temin etme ve toplama kamplarına kapatılmaktan kurtulma çabasıyla geçiyor. Suçsuz oldukları halde Çin hükümeti tarafından cezalandırma korkusu tüm toplumun genel ruh haline musallat olmuş durumdadır. Güvenlik kameraları her köşe bucağı sarmış, polislerin insanları sudan bahanelerle tutuklaması sıradan bir olay haline gelmiş, hükümet, insanları birbirlerini ihbar etmeye zorlamak veya teşvik etmek gibi en acımasız yöntemlerle toplum üzerindeki kontrolü en üst düzeye çıkarmış durumda. Uygurlara karşı güvensizlik, ayrımcılık ve dışlama politikaları açıkça yürütülüyor. Böyle bir ortamda, insanların fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı kalması ve günlük hayatlarını sürdürebilmesi başlı başına büyük bir mutluluk haline geldi. Doğu Türkistan’daki Uygurlar, insanın aklına sığmayacak bu zulüm altında metanetle yaşıyor, kendi kültürlerini devam ettiriyor ve her türlü imkandan faydalanarak zulme karşı direniyorlar.