«Yeni İpek Yolu»ndaki Ekonomik Menfaat ve İnsanlık Trajedisi: Çin’in Orta Asya’daki Sınır Aşan Baskısı

Uygur Araştırmaları Enstitüsü

3 Ekim 2025

Yakın zamanda, Fransa’nın ulusal haber platformu «Slate» dergisinde, Pulitzer Center’ın desteğini alan araştırmacı gazeteciler Lea Polverini ve Robin Tutenges’in «Çin, Kazakistan ve Kırgızistan Arasında, Yeni İpek Yolu’nda Kadere Terk Edilen Uygurlar» başlıklı makalesi yayımlandı. Bu derinlemesine analizleri içeren makale, Çin’in «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin ekonomik işbirliği maskesi altında, Doğu Türkistan’daki Uygurları merkez alan Müslüman Türk halklarına yönelik soykırımını nasıl devlet sınırlarının ötesine taşıyarak Orta Asya cumhuriyetlerine yaydığını çok yönlü ve somut delillerle ortaya koymaktadır. Bu makale, Çin’in ekonomik ve siyasi baskı yoluyla komşu ülkelerin egemenlik haklarını zayıflatarak onları kendi sınır aşan baskı politikasının uygulayıcısı haline getirdiğini ifşa ederek, söz konusu meselenin sadece bölgesel bir sorun olmadığını, aksine uluslararası ilişkiler, devlet egemenliği ve insan hakları gibi evrensel değerlere yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğunu göstermesiyle önemli bir ilmi ve pratik değere sahiptir. Makale, Çin’in ekonomik diplomasisinin ardında gizlenen acımasız gerçekliği, yani milyarlarca dolarlık anlaşmaların aslında siyasi sadakatin ve insanlık vicdanının satın alınma aracı olduğunu canlı örneklerle ispatlamaktadır.

«Yeni İpek Yolu» Girişimi: Ekonomik İşbirliğinden Jeo-politik Bir Araca Dönüşüm

Makale, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından 2013 yılında ortaya atılan «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin, Doğu Türkistan’ın stratejik önemini eşi görülmemiş bir düzeye çıkardığını analiz ederek başlıyor. Petrol-gaz yollarının düğüm noktası ve uluslararası pazarlara açılan bir kapı olması niteliğiyle bu bölge, Çin’in Avrupa’ya yönelik ekonomik koridorlarının kaçınılmaz geçiş güzergâhı haline geldi. Makalede, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’in eteklerindeki Orta Asya’nın en büyük pazarı olan Dordoy Pazarı örnek gösterilerek, Çin’den gelen binlerce konteynerin buradaki ticaretin can damarı olduğu, hatta Kırgızların geleneksel «kalpak»larının bile Doğu Türkistan’da ucuza üretilip getirildiği anlatılıyor. Bu manzara, «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin özünü gözler önüne seriyor: Ekonomik kalkınma ve ticari işbirliği kisvesi altında, bütün bir bölgenin Çin’e olan ekonomik bağımlılığı artmakta ve bu bağımlılık zamanla siyasi bir boyun eğmeye dönüşmektedir. Doğu Türkistan’daki onlarca kamp ve hapishanenin varlığı, bu ticaretin gürültüsü içinde görmezden gelinmekte, hatta dile getirilmesi bile kısıtlanmaktadır. Çin, bu ekonomik kaldıracı kullanarak Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri üzerindeki bölgesel etkisini artırmayı, Rusya’ya olan enerji bağımlılığından kurtulmayı ve en önemlisi, kendi siyasi muhaliflerine karşı sınır aşan baskıyı cezasız bir şekilde yürütmek için altın bir fırsat olarak görmektedir. Milyarlarca dolarlık anlaşmalar karşılığında bu devletlerin sessizliği ve işbirliği satın alınmaktadır.

Doğu Türkistan: «Yeni Sınır»daki Sistematik Baskı

Makalede, Pekin hükümetinin «Xinjiang» (Yeni Sınır) olarak adlandırdığı, ancak yerel halkın «Doğu Türkistan» veya «Uygur Eli» dediği bu topraklarda 2014 yılından bu yana eşi benzeri görülmemiş bir devlet terörünün uygulandığı ortaya konulmaktadır. On yıldan kısa bir süre içinde, bölgedeki Müslüman nüfusun altıda birinden fazlasına tekabül eden bir milyondan fazla insan, ceza kamplarına veya hapishanelere atılmıştır. Bunların büyük bir kısmı Uygur olmakla birlikte, aralarında Kazak, Kırgız, Tungan, Moğol, Özbek ve Tatar gibi başka milletlerden insanlar da bulunmaktadır. Çin hükümeti için onların varlığı, devletin birliğine ve ekonomik çıkarlarına bir tehdit olarak görülmektedir. «Bölücülük», hatta «terörizm» gibi önceden uydurulmuş suçlamalar ve bunları takip eden cezalar, her türlü bağımsızlık veya bölgeselcilik talebini, hatta basit özgürlük arzusunu bile yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu yolla, terör içinde yaşayan, boyun eğen ve kadere razı olan bir halk kitlesi yaratılması hedeflenmektedir. Onların tamamı, Çin pasaportuna sahip veya sahip olmuş kişiler olup, psikolojik baskıdan fiziksel işkenceye, hatta ölüme kadar varan «yeniden eğitim» programlarından geçirilmişlerdir. Makale, baskının boyutunun ne denli ağır olduğunu, özellikle de 2020 yılı Haziran ayında Associated Press ve Alman antropolog Adrian Zenz tarafından ifşa edilen zorunlu kısırlaştırma ve doğum kontrolü vakalarından sonra, pek çok uzmanın bunu «soykırım» olarak tanımakta birleştiğini vurgulamaktadır.

Sınır Aşan Korku: Orta Asya’daki Uygurların Kaderi

Makalede, Çin’in baskısının sınırlarla durmadığı, Orta Asya ülkelerine yayılarak oradaki Uygur ve diğer Türk halklarının da korku içinde yaşamasına neden olduğu somut örneklerle anlatılmaktadır. Kırgızistan’da yaşayan Burhan isimli bir Uygur gencinin Kaşgar’daki amcasıyla Çin’in WeChat uygulaması üzerinden konuşması, bunun tipik bir örneğidir. Sohbet sırasında amcasının «Esselamu aleyküm» demekten bile çekinmesi, sadece hava durumu ve ticaretle ilgili yüzeysel konularla yetinmesi, Çin’in gözetim mekanizmasının insanların gündelik hayatına ne denli nüfuz ettiğini göstermektedir. Burhan’ın amcası ticaretle uğraşıyor olmasına rağmen, her gün Çinli yetkililerin evine gelip onu denetlemesine maruz kalmakta ve komşu ülkeye ticaret için çıktığında bile belirlenen güzergâhın dışına asla çıkamamaktadır. Bu, ekonomik faaliyetlerin dahi sıkı bir siyasi kontrol altında olduğunu ispatlamaktadır. Sınırı geçmek, bu bölgedeki azınlıklar için her an tehlikeyle dolu bir süreçtir. Pek çok tüccar ve gezgin, gümrükten geçerken tutuklanıp doğrudan kamplara gönderilmiştir. Suçlamalar ise son derece keyfidir: Kiracı Asker* «bölücülük» şüphesiyle, bir başkası «İslami radikalizm» şüphesiyle, Rahime ise sadece WhatsApp uygulamasını indirdiği için tutuklanmıştır. Tek bir sakal teli veya Uygurca bir kitap bile isyan kanıtı sayılarak ağır cezalara sebep olabilmektedir.

Komşu Devletlerin Pozisyonu: Kırgızistan’ın Boyun Eğmesi ve Kazakistan’ın Zayıf Direnişi

Makale, Orta Asya’daki iki önemli komşu devlet olan Kırgızistan ve Kazakistan’ın Çin’e karşı tutumlarını karşılaştırarak, Çin’in bölgedeki etkisinin farklı katmanlarını gözler önüne sermektedir.
Kırgızistan, eskiden Orta Asya’nın en demokratik ülkelerinden biri sayılırken, 2009’daki reformlardan sonra otokratik ve milliyetçi bir yöne kaymıştır. 2021’den bu yana iktidarda olan Sadyr Japarov hükümeti, devleti bir «mafya devleti»ne dönüştürmüştür. Buna ek olarak, toplumdaki etnik gerilimler, özellikle 2010 yılındaki Özbeklere yönelik programlar, azınlıklara karşı şiddetin yolunu açmıştır. Böyle bir ortamda Uygurlar, hedefli bir şiddete maruz kalmasalar da, siyasi-ekonomik ittifaklar oyununda kolayca bir piyon haline gelerek son derece savunmasız bir durumda kalmışlardır. Bir Uygur araştırmacının belirttiği gibi, onlar sürekli bir korku içinde yaşamakta, kendilerinin «normal» vatandaş olmadıklarını ve her an Kırgızistan’dan sınır dışı edilebileceklerini bilmektedirler. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, Kırgızistan hükümetinden Uygur ve Özbek mültecilerin Çin’e iade edilmesi vakaları hakkında soru sorduğunda, Kırgız makamları cevap vermekten kaçınmıştır. Kırgızistan’ın dış borcunun yaklaşık %40’ının Çin’den geldiği düşünüldüğünde, onların Çin’in «iç işleri»ne karışmak istememesi, hatta kendi Doğu Türkistan’daki Kırgız vatandaşlarının haklarını bile korumaya cesaret edememesi, tahmin edilebilir bir durumdur.      

Kazakistan’ın durumu ise biraz farklıdır. Ülkenin toplam iç üretimi Kırgızistan’dan 16.5 kat daha fazla olup, zengin petrol ve gaz kaynaklarına sahiptir. Kazakistan hükümeti de Çin ile doğrudan bir çatışmadan kaçınsa da, sivil toplumun, özellikle de Serikjan Bilash tarafından kurulan «Ata-Jurt» insan hakları örgütünün uzun yıllara dayanan çabaları sonucunda bir güç dengesi oluşmuş ve binlerce Kazakistanlı kamp tutsağının geri dönmesi sağlanmıştır. «Ata-Jurt» örgütünün stratejisi, yani Çin’in kendi meselelerinin medyada geniş yer bulmasından hoşlanmamasından faydalanarak, tutsakların ailelerinin tanıklıklarını toplayıp uluslararası kamuoyuna duyurmak ve yasal yollarla baskı kurmak, belli ölçüde sonuç vermiştir. Ancak her iki ülkede de insan hakları aktivistleri, hem kendi devletlerinin hem de Çin devlet güvenlik organlarının ortak saldırılarına maruz kalmakta; tehdit, iftira, arşivlerine el konulması ve tutuklanma gibi tehlikelerle yüzleşmektedirler.

«Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin Stratejik Amacı: Kontrol ve Asimilasyon

Makalede, Kanadalı Québec Üniversitesi coğrafya profesörü ve «Yeni İpek Yolu» uzmanı Frédéric Lasserre’in görüşlerine atıfta bulunularak, «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin Doğu Türkistan’ı kontrol etmenin önemli bir aracı olduğu ileri sürülmektedir. Lasserre’e göre, bu girişimin başarısı, Çin’in Batı ülkeleri ve Japonya’dan farklı olarak, hiçbir ön koşul olmaksızın, hatta ekonomik olarak kârsız olan projelere bile büyük yatırımlar yapmaya hazır olmasında yatmaktadır. Aslında Çin, önceden var olan projeleri «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi» adıyla yeniden isimlendirerek kendi istatistiklerini şişirmektedir. Örneğin, Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolu hattı, 1990’lı yıllardan beri müzakere edilen bir projeydi. Bu projelerin tamamı, Doğu Türkistan’ın stratejik önemini daha da artırmaktadır. Çünkü bu yolları geliştirmek için Doğu Türkistan’dan geçmek zorunludur. Lasserre şu şekilde analiz yapıyor: «Çin merkezi hükümeti, Xinjiang’ı yeterince kontrol edememekten endişe ediyor. ‘Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi’nin de bu amaca ulaşmak için bir araç olarak tasarlandığını varsayabiliriz. Altyapıyı geliştirmek, sadece mal taşımacılığına olanak sağlamakla kalmaz, ihtiyaç duyulduğunda asker taşımaya da imkân verir. Sanayi merkezleri ve lojistik üsleri kurmak, Çinli işçi ve memurları getirerek Han nüfusunu gözle görülür derecede artırmak ve Uygurları cezbetmek için istihdam fırsatları ve ekonomik büyüme sağlamak yoluyla bölgeyi daha iyi kontrol etmeyi umuyorlar.» Bu, aslında «sopa» (baskı) ve «havuç» (ekonomik menfaat) siyasetinin birlikte kullanılmasıdır.

Sömürgeciliğin İhracı ve Sınır Ötesi Tutsaklar

Çin’in «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi» sadece ekonomik işbirliği ve altyapı inşasıyla sınırlı değildir. Onunla birlikte, Batı’nın liberal demokrasisine karşı ideolojik bir alternatif olarak Çin’in yönetim modeli de ihraç edilmektedir. Bu model, komşu otokratik rejimler tarafından özellikle benimsenmektedir. 2025 yılı Şubat ayında, Kırgızistan Devlet Başkanı Sadyr Japarov Pekin’de görkemli bir şekilde karşılandığında ve Çin-Kırgızistan işbirliğinin yeni bir «altın çağa» girdiğini ilan ettiğinde, Tayvan, Xinjiang ve Hong Kong meselelerinde Çin’i daima kararlılıkla destekleyeceğini tekrar vurgulamıştır. Bu, Çin’in ekonomik yardımının siyasi sadakatle takas edildiğinin en parlak ispatıdır.

Bu siyasi işbirliğinin en korkunç sonucu ise, sınır aşan baskının fiilen uygulanmasıdır. Makalede aktarılan Mirgul’un yaşadıkları, bunun canlı bir örneğidir. Aslen Doğu Türkistanlı bir Kazak olan Mirgul, 2018 yılında sekiz ay boyunca bir kampta işkence görmüş, bu süreçte zorla kürtaja ve tecavüze uğramıştır. Sayısız zorlukla Kazakistan’a kaçıp Kazakistan vatandaşlığına geçtikten sonra bile, ismi Çin’in veri tabanından silinmemiştir. 2023 yılı yazında, Khorgos sınırındaki tarafsız ticaret bölgesine Doğu Türkistan’da kalan kız kardeşiyle buluşmaya gittiğinde, yüz tanıma kamerası tarafından tespit edilmiştir. Çin polisleri onu kovalamaya başladığında, küçük kızını alarak can havliyle Kazakistan tarafına doğru kaçmış ve bir otobüs şoförünün yardımıyla kıl payı kurtulmuştur. Bu olay, Çin’in başka bir devletin vatandaşını sözde «tarafsız» bir bölgede nasıl keyfi bir şekilde yakalamaya çalıştığını, komşu devletlerin egemenlik haklarına hiçbir saygı duymadığını gözler önüne sermektedir. «Ata-Jurt» aktivisti Karima Abdurakhmanova, bu konuda acıyla şöyle diyor: «Çin’in Kazakistan üzerinde ne kadar güce sahip olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Onlar nasıl olup da yabancı bir vatandaşa böyle şeyler yapmaya cüret edebiliyorlar?» Bu, pasaport değiştirmenin Pekin’i durduramadığını, bir Çin vatandaşının eski vatandaşlığından vazgeçip başka bir devlete ait olsa bile, isminin Çin makamlarının listesinde sonsuza dek kalacağını ispatlamaktadır.

Sonuç

Lea Polverini ve Robin Tutenges’in bu analitik makalesi, «Bir Kuşak, Bir Yol Girişimi»nin sadece bir ekonomik proje olmadığını, aksine Çin’in jeo-politik hedeflerini gerçekleştirmek, zorbalık modelini ihraç etmek ve sınır aşan baskıyı uygulamak için çok fonksiyonlu bir araç olduğunu derinlemesine ve etkileyici kanıtlarla ortaya koymaktadır. Makale, Çin’in ekonomik gücünü kullanarak komşu ülkeleri, özellikle de Kırgızistan ve Kazakistan gibi ekonomik olarak bağımlı devletleri, kendi insanlık dışı suçlarına ortak ettiğini ifşa etmektedir. Bu devletler, tarihi ve kültürel yakınlıklarına rağmen, ekonomik çıkarlar uğruna kendi soydaşlarını kadere terk etmeye mecbur kalmakta veya bu yolu seçmektedirler.

Makalede tasvir edilen Dordoy Pazarı’ndaki hareketli ticaret, WeChat’teki korku dolu sessizlik ve Khorgos sınırındaki ölüm kalım mücadelesi sahneleri birbiriyle karşılaştırıldığında, «Yeni İpek Yolu»nun bir yüzünün ekonomik fırsatlar ve parlak bir gelecekle süslenmişken, diğer yüzünün insanlık trajedisi, korku ve umutsuzlukla dolu olduğunu göstermektedir. Bu, sadece Uygurların veya Orta Asya’daki diğer Türk halklarının meselesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda uluslararası toplumun devlet egemenliği, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi temel ilkelere nasıl yaklaşacağıyla ilgili genel bir sorundur. Çin’in artan etkisi altında, bu bölgedeki devletlerin sessizliği ve işbirliği, bütün bir halkın kaderini tehlikeye atmakta, «Yeni İpek Yolu»nun aslında birçok insan için kaçılması imkânsız bir tuzağa dönüştüğünü bu makale acı bir gerçeklikle gözler önüne sermektedir.

*Açıklama: Makalede, mağdurların güvenliğini sağlamak amacıyla isimler değiştirilmiştir.