Dr.Adilcan ERUYGUR
18 Kasım 2025
1. Giriş: Doğu Türkistan’da Su, Güç ve Kolonyal Miras
Doğu Türkistan stratejik coğrafi konumu, zengin enerji ve maden yatakları gibi doğal kaynakları ile Orta Asya ile olan ticari ve jeopolitik bağlantıları nedeniyle Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) için tarihsel süreç boyunca ve günümüzde vazgeçilmez bir öneme sahip olmuştur. Bölgenin genel olarak kurak ve yarı kurak iklim koşulları göz önüne alındığında, sınırlı tatlı su kaynakları, insan yaşamının sürdürülebilirliği, tarımsal üretim, endüstriyel kalkınma ve ekosistemlerin dengesi için mutlak bir hayatiyet taşımaktadır. Çin devletinin Doğu Türkistan üzerindeki tarihsel egemenlik iddiaları ile Uygur halkının etnik kimliğine dayalı kendi kaderini tayin etme, yani bağımsızlık arzusu arasındaki gerilim, uluslararası hukuk, insan hakları ve etnik milliyetçilik tartışmaları bağlamında sıklıkla ele alınan mevcut politikaların temelini oluşturmaktadır.
Akademik literatürde, Çin’in Doğu Türkistan’daki yönetim pratikleri, Han nüfusunun bölgeye yerleşimci kolonyalizm çerçevesinde göç ettirilmesiyle demografik yapıyı kökten değiştirmesi, Uygurları kendi anavatanlarında azınlık konumuna düşürmesi gibi faktörler nedeniyle güçlü bir şekilde “kolonyal” veya “iç kolonyal” nitelikte tartışılmaktadır. Bu durum, sömürgeci bir gücün, yerli nüfusun yerine kendi halkını yerleştirerek toprağı ve kaynakları kalıcı olarak ele geçirme stratejisini yansıtmaktadır. Ayrıca, Çin devletinin Uygurca, dini (İslam), gelenekleri ve kültürel pratikleri üzerinde uyguladığı yoğun baskı, “yeniden eğitim kampları”, kültürel mirasın yok edilmesi ve zorunlu evlilikler gibi uygulamalar, etnik kimliğe yönelik bir kültürel soykırım olarak değerlendirilmekte olup, Uygur kimliğini eritme ve Han ulusal kimliğiyle entegre etme amacı taşımaktadır.
Ekonomik açıdan, Doğu Türkistan’ın petrol, doğalgaz, kömür ve nadir toprak elementleri gibi zengin yeraltı kaynakları ile pamuk üretimi gibi tarımsal potansiyeli, Çin ekonomisi için kritik öneme sahiptir; ancak, bölgenin kaynakları ulusal ekonominin ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde merkeze aktarılırken, Uygur halkının bu kaynaklardan elde ettiği fayda sınırlı kalmaktadır. Altyapı projeleri ve endüstriyel yatırımlar genellikle Han göçmenleri için istihdam yaratırken, Uygurlar düşük vasıflı işlere veya zorunlu çalıştırmaya maruz bırakılmakta, bu da merkez-çevre ilişkisinde bir “bağımlılık teorisi” perspektifiyle analiz edilebilecek bir durumu ortaya koymaktadır. Güvenlik alanında ise Doğu Türkistan, yüz tanıma teknolojileri, kameralar, yapay zeka destekli gözetim sistemleri, DNA örneklemesi ve yaygın polis varlığı ile entegre bir “dijital otoriterlik” ağı altında yoğun bir gözetim altındadır. Bu durum, Foucault’nun panoptikon kavramıyla açıklanabilir; bireylerin sürekli gözlemleniyor olma hissi, kendi kendini disipline etmelerine yol açarak nüfusun her hareketini izlemekte ve potansiyel “ayrılıkçı” veya “aşırılıkçı” olarak algılanan her türlü davranışı bastırmayı amaçlamaktadır. Son olarak, zorunlu kısırlaştırma, doğum kontrolü, Uygur kadınlarına yönelik sistematik tecavüz iddiaları ve çocukların ailelerinden alınarak devlet okullarına yerleştirilmesi gibi uygulamalar, bazı akademisyenler ve uluslararası örgütler tarafından uluslararası hukukta tanımlanan soykırım suçunun biyolojik ve demografik unsurları kapsamında değerlendirilmekte, bu da bir etnik grubun varlığını sürdürmesini engellemeye yönelik bilinçli politikaları işaret etmektedir.
Bu büyük ölçekli jeopolitik, demografik ve sosyo-kültürel dönüşümlerin tam merkezinde ise su kaynaklarının yönetimi, Çin devletinin Doğu Türkistan üzerindeki kontrolünü sağlamadaki en merkezi ve kritik araçlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Suyun kontrolü, sadece tarımsal üretimi ve ekonomik kalkınmayı değil, aynı zamanda nüfusun yerleşimini, demografik dağılımını, kentleşme süreçlerini ve hatta etnik gruplar arasındaki güç dengesini doğrudan etkileyen biyo-politik bir güç aracıdır. Bu nedenle, bölgedeki su yönetimi politikaları, yukarıda bahsedilen kolonyal ve iç kolonyal pratiklerin anlaşılmasında temel bir analiz odağı teşkil etmektedir.
Bu yazı, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) Doğu Türkistan’da yayımladığı “Yeraltı Suyu Kaynakları Yönetim Düzenlemeleri”ni,[1] Çin devletinin bölgedeki kolonyal ve iç kolonyal pratikleri bağlamında eleştirel bir analizini sunmaktadır.
2. Teorik Çerçeve: Kolonyal Hidro-Politikalar ve Biyo-İktidar
Bu makalede, Doğu Türkistan’daki su yönetimi düzenlemelerini anlamak için bir dizi eleştirel teorik kavramdan faydalanılacaktır.
Kolonyalizm: Bu kavram, bir ülkenin başka bir ülkeyi veya bölgeyi siyasi, ekonomik ve kültürel olarak kontrol altına alması, sömürmesi ve yönetmesi sürecini ifade eder. Sömürgeci güçler, genellikle sömürdükleri toprakların doğal kaynaklarını ele geçirir, yerli halkı iş gücü olarak kullanır ve kendi kültürlerini dayatarak yerel kimlikleri bastırır. Bu süreçte, sömürgeci iktidar, şiddet, propaganda ve yasal düzenlemeler gibi çeşitli araçları kullanır. Doğu Türkistan bağlamında, Çin’in bölge üzerindeki tarihsel ve güncel tahakkümü, bu geniş kolonyalizm çerçevesinde değerlendirilebilir.
İç Kolonyalizm: İç kolonyalizm, bir devletin kendi sınırları içindeki belirli etnik, kültürel veya coğrafi grupları, dış bir sömürge gücünün yaptığına benzer şekilde sömürmesi ve kontrol etmesi durumudur. Bu, genellikle devletin merkezindeki egemen grubun, çevredeki veya “ötekileştirilmiş” gruplar üzerindeki ekonomik, siyasi ve kültürel hegemonyasını ifade eder. İç kolonyalizmde, kaynaklar merkeze aktarılır, yerel halklar siyasi ve ekonomik olarak marjinalize edilir, kültürel kimlikleri baskılanır ve “gelişme” adı altında asimilasyon politikaları uygulanır. Doğu Türkistan’daki Han göçü (Çinli etnik grubun bölgeye yerleştirilmesi), geniş çaplı altyapı projeleri (barajlar, kanallar, yollar gibi) ve ekonomik politikalar (tarım, sanayi yatırımları) bu iç kolonyalizm çerçevesinde değerlendirilerek, bölgenin kaynaklarının ve insan gücünün nasıl merkeze hizmet ettiğini ve yerli halkın nasıl sömürüldüğünü gösterecektir (Veracini, 2010: 2-10).[2]
Biyo-iktidar: Foucault’ya göre biyo-iktidar, modern devletlerin bireylerin bedenleri ve bir bütün olarak nüfus üzerindeki kontrol ve yönetme biçimlerini ifade eder. Bu, sadece bireylerin fiziksel sağlığını değil, aynı zamanda nüfusun doğum oranlarını, ölüm oranlarını, hastalıklarını, yaşam koşullarını, tarımsal üretimini, yerleşim düzenlerini ve genel refahını da kapsar. Biyo-iktidar, disipliner mekanizmalar (okullar, hastaneler, hapishaneler) ve düzenleyici mekanizmalar (istatistikler, demografik veriler, sağlık politikaları) aracılığıyla işler. Amaç, nüfusu optimize etmek, verimliliği artırmak ve kontrol altında tutmaktır. Doğu Türkistan’da su kaynaklarının yönetimi, biyo-iktidarın güçlü bir aracı olarak karşımıza çıkar. Suya erişimin kontrolü, tarımsal üretimi, dolayısıyla gıda güvenliğini ve geçim kaynaklarını doğrudan etkiler. Bu kontrol, aynı zamanda nüfusun yerleşimini (zorunlu yerleşimler veya belirli bölgelere göçü teşvik etme), sağlığını (temiz suya erişim) ve genel olarak yaşam koşullarını düzenleme gücünü verir. Suyun yaşam ve ölüm üzerindeki bu doğrudan gücü, Çin devletinin Doğu Türkistanlılar üzerindeki biyo-politikalarını anlamak için merkezi bir rol oynar (Foucault, 2002, s. 43-44).[3]
Çevresel Adaletsizlik: Bu kavram, çevresel risklerin (kirlilik, tehlikeli atıklar, su kıtlığı gibi) ve faydaların (doğal kaynaklara erişim, temiz çevre) sosyal, ekonomik ve ırksal gruplar arasında eşitsiz dağılımını ifade eder. Genellikle azınlık, düşük gelirli ve marjinalize edilmiş topluluklar, çevresel kirlilikten ve kaynak kıtlığından orantısız bir şekilde etkilenirken, daha ayrıcalıklı gruplar bu yüklerden daha az etkilenir. Çevresel adaletsizlik, mevcut sosyal eşitsizlikleri pekiştirir ve bu grupların yaşam kalitesini, sağlığını ve geçim kaynaklarını olumsuz etkiler (Gonenc, 2021: 85).[4] Doğu Türkistan’da su kaynaklarının yönetimi ve dağıtımı, çevresel adaletsizliğin somut bir örneğini sunabilir. Bölgedeki suyun öncelikli olarak Han göçmenlerinin tarım alanlarına veya endüstriyel projelere yönlendirilmesi, yerli Uygur halkının geleneksel tarım alanlarını ve yerleşim yerlerini susuz bırakarak, onların geçim kaynaklarını ve yaşam kalitelerini doğrudan tehdit edebilir. Bu durum, kaynakların ve çevresel yüklerin eşitsiz dağılımının nasıl azınlık gruplarının aleyhine işlediğini ortaya koyacaktır.
Sömürgecilik Sonrası Çevre Çalışmaları: Bu alan, sömürgeciliğin çevresel yönetim ve politikalardaki kalıcı etkilerini inceler. Sömürgeci güçler, genellikle sömürdükleri bölgelere kendi “bilimsel” yönetim modellerini, doğal kaynak kullanım yaklaşımlarını ve çevresel politikalarını dayatırken, yerel halkların binlerce yıllık bilgi birikimini, geleneksel çevre yönetim pratiklerini ve ekolojik anlayışlarını yok saymış veya bastırmıştır. Bu durum, yerli bilgi sistemlerinin dışlanmasına ve sömürgeci bir araç olarak “bilimsel” yönetimin dayatılmasına yol açmıştır ( Escobar, 1995: 76).[5] Doğu Türkistan’da, Çin’in modern su yönetimi yaklaşımları ve büyük ölçekli altyapı projeleri, bölgedeki yerli halkların geleneksel su kullanım pratikleri, sulama teknikleri ve ekolojik bilgileri üzerindeki etkileri açısından bu çerçevede değerlendirilecektir. Bu analiz, sömürgeci mirasın çevresel politikaları ve doğal kaynak yönetimini nasıl şekillendirmeye devam ettiğini ve yerel bilgi sistemlerinin nasıl marjinalize edildiğini gösterecektir.
Hidro-Hegemonya: Bu kavram, bir aktörün (genellikle bir devletin) su kaynakları üzerinde siyasi, ekonomik ve askeri gücünü kullanarak diğer aktörler üzerindeki etkisini artırma pratiklerini analiz eder. Hidro-hegemonya, sadece suyun fiziksel kontrolünü değil, aynı zamanda suyla ilgili bilgi, teknoloji, finans ve yasal çerçeveler üzerindeki kontrolü de kapsar. Hegemonik güç, barajlar inşa edebilir, suyun akışını değiştirebilir, aşağı havza ülkelerinin su kullanım haklarını kısıtlayabilir veya su anlaşmalarını kendi lehine çevirebilir. Bu, suyun bir silah olarak kullanılmasına veya su kaynakları üzerinden siyasi nüfuz elde edilmesine yol açabilir (Kai, 2008:20).[6] Doğu Türkistan’da Çin devletinin su kaynakları üzerindeki kontrolü, özellikle bölgenin yukarı havza konumu ve stratejik önemi göz önüne alındığında, hidro-hegemonya kavramı üzerinden incelenecektir. Çin’in su altyapı projeleri, suyun dağıtımı ve kullanımı üzerindeki düzenlemeler, bölgedeki diğer aktörler (yerel halk, komşu ülkeler) üzerindeki etkileri açısından bu kavramla analiz edilerek, Çin’in su kaynakları üzerindeki gücünü ve kontrolünü nasıl pekiştirdiğini ortaya koyacaktır.
3. Yeraltı Suyu Kaynakları Yönetim Düzenlemelerinin Analizi
Bu bölümde, Doğu Türkistan’la ilgili Yeraltı Suyu Kaynakları Yönetim Düzenlemeleri’nin her bir ana maddesi, yukarıda sunulan teorik çerçeve ile ilişkilendirilerek detaylı bir şekilde incelenecektir.
3.1. Genel Çerçeve ve Planlama:
“以水定城、以水定地、以水定人、以水定产” (suya göre şehri, araziyi, nüfusu ve sanayiyi belirleme) ilkesi, devletin merkezi planlama gücünü ve kaynak tahsisinde mutlak yetkisini vurgular. Bu ilke, devletin kalkınma vizyonunu, genellikle büyük ölçekli devlet destekli sanayi ve tarım projelerini (örneğin, Han göçmenleri için ayrılan pamuk tarlaları) önceliklendirerek dayatmasına olanak tanır. Bu durum, geleneksel karez sistemleri veya küçük ölçekli Uygur çiftçiliğinin ihtiyaçlarını, modern, merkeziyetçi ve endüstriyel tarım modelleri karşısında ikincil duruma düşürme potansiyeli taşır. Bu, Uygurlar ve diğer Türklerin geçim kaynaklarının “ulusal” kalkınma hedefleri uğruna feda edilmesiyle iç kolonyalizmin bir tezahürüdür. Benzer şekilde, yeraltı suyu yönetiminin “Milli Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Planları”na dahil edilmesi, bu planların genellikle merkezi hükümetin ve Doğu Türksitan’daki Han yetkililerin önceliklerini yansıtması nedeniyle Uygur ve diğer Türklerin su erişim ihtiyaçlarını marjinalize etmektedir. Büyük ölçekli altyapı projeleri, endüstriyel büyüme ve Han göçünü destekleyen su tahsisleri, Uygur ve diğer Türklerin yerel ve geleneksel su ihtiyaçlarını göz ardı eder; bu da suyun bir biyo-iktidar aracı olarak kullanıldığını ve çevresel adaletsizlik yarattığını gösterir (Foucault, 2002, s. 43-44).[7] Yeraltı suyu kaynakları araştırma ve değerlendirme çalışmalarının genellikle merkezi teknik kurumlar tarafından modern bilimsel metodolojilere odaklanarak yürütülmesi, Uygur çiftçilerinin ve çobanlarının geleneksel ekolojik bilgi (TEK) sistemlerini dışlayarak sömürgecilik sonrası teoriler açısından kritik bir bilgi hiyerarşisi yaratır. Şeffaflık eksikliği, kararların Doğu Türkistanlıların katılımı olmadan alınmasına neden olur. Yeraltı suyu koruma, kullanım ve kirlilik önleme planlarının merkezi otoriteler tarafından “tepeden inme” bir yaklaşımla formüle edilmesi, Doğu Türkistanlıların gerçek ihtiyaçları, öncelikleri ve geleneksel su yönetimi uygulamalarının yeterince dikkate alınmamasına yol açarak çevresel adaletsizliğin bir başka boyutunu oluşturur.
3.2. Erişim ve Tahsis:
Yeraltı suyu kullanımında uygulanan toplam çekim ve su seviyesi kontrol sistemleri, su kaynaklarının yönetimi üzerinde devletin tam yetkisini pekiştirir. Tarihsel olarak, kaynak kısıtlamaları genellikle en marjinalize edilmiş grupları orantısız bir şekilde etkilemiştir. Karez sistemleri gibi geleneksel su yapıları, yerel halkın yüzyıllardır kendi kendilerine yönettiği otonom sistemlerken, bu tür kontrol sistemleri geleneksel sistemlerin “modern” ve “devlet kontrolündeki” sistemler lehine kısıtlanmasına veya devre dışı bırakılmasına yol açmaktadır. Bu durum, Doğu Türkitanlıların kendi kendini yönetme kapasitesini aşındıran doğrudan bir iç kolonyalizm taktiğidir. Yüzey suyunun ve diğer alternatif kaynakların önceliklendirilmesi politikası, yüzey suyunun devlet destekli büyük ölçekli tarım veya sanayi projeleri için kolayca yönlendirilebilmesi riskini taşır. Bu durumda, Doğu Türkistanlılar, daha sıkı kontrol edilen ve vergilendirilen yeraltı suyuna bağımlı hale gelir veya su kaynaklarından tamamen mahrum kalır; bu da devletin su kaynaklarının tahsisini kendi politik hedefleri doğrultusunda manipüle ettiği bir hidro-hegemonya örneğidir. Yeraltı suyu kaynakları üzerinden alınan su vergileri, büyük ölçekli ve devlet destekli işletmeler için daha kolay karşılanabilirken, küçük ölçekli Uygur çiftçileri için önemli bir maliyet yükü oluşturur. Vergi muafiyetleri veya farklı oranlar olsa bile, bürokratik süreçler ve bilgi eksikliği nedeniyle yerel çiftçilerin bu avantajlardan yararlanması zorlaştırır, bu da Doğu Türkistanlıları ekonomik olarak marjinalleştirerek çevresel adaletsizlik sorununu derinleştirir. Son olarak, yeraltı suyu çekim projelerinin yeni inşaatlarının kısıtlanması, özellikle “musluk suyu temininin ihtiyacı karşıladığı” durumlarda, geleneksel su altyapılarının devlet kontrollü merkezi sistemler lehine devre dışı bırakılmasına yol açar. Bu, Doğu Türkistanlıların su kaynakları üzerindeki özerkliğini azaltır ve devletin altyapı üzerinden biyo-iktidarını pekiştirir, çünkü geleneksel sistemler aynı zamanda kültürel miras ve topluluk kimliğinin bir parçasıdır.
3.3. İzleme ve Uygulama:
Yeraltı suyu çekim projesi kayıt ve yönetim sistemi, bürokratik süreçler, dil bariyerleri ve kırsal alanlardaki bilgi eksikliği nedeniyle bireysel Uygur çiftçileri için genellikle zorlu bir süreçtir. Kayıt dışı bırakılan geleneksel sistemlerin “yasa dışı” ilan edilme riski, Doğu Türkistanlıların su kaynaklarına erişimini kriminalize eder ve devletin cezalandırma mekanizmalarıyla daha fazla kontrol sağlamasına olanak tanır. Bu durum, yasal ve idari çerçeveler aracılığıyla Doğu Türkistanlıların kaynaklara erişimini kısıtlama pratiği olan iç kolonyalizmin bir özelliğidir. Yeraltı suyu kaynakları koruma ve yönetim sorumluluk sistemi ile değerlendirme sistemi, genellikle ekonomik büyüme, endüstriyel çıktı ve su verimliliği gibi nicel ölçütlere odaklanan “ana göstergeler” içerir. Doğu Türkistanlıların sürdürülebilir su erişimi, geçimlik tarım veya geleneksel uygulamalar gibi “ulusal kalkınma” hedeflerine doğrudan katkıda bulunmayan unsurlar genellikle ihmal edilir. Bu durum, kaynak tahsisinde endüstriyel ve Han odaklı tarımsal projeleri önceliklendiren bir mekanizma yaratarak çevresel adaletsizlik oluşturur. Son olarak, “hiçbir birim veya bireyin keyfi olarak kuyu açamayacağı” hükmü, devletin takdirine bağlı geniş bir yoruma açıktır. Doğu Türkistanlıların geleneksel olarak kendi ihtiyaçları için kuyu kazdığı durumlar bu düzenleme altında yasa dışı sayılabilir. Yasal kuyu açma süreci, izinler, maliyetler ve teknik gereklilikler nedeniyle küçük ölçekli çiftçiler için genellikle karmaşık ve pahalıdır. Bu, devletin su kaynakları üzerindeki tekelini güçlendirir ve Doğu Türkistanlıların kendi kendine yeterliliklerini zayıflatır; bu da devletin nüfusun temel bir yaşam kaynağına erişimini kontrol ederek onların yaşamlarını ve geçim kaynaklarını yönettiği biyo-iktidarın doğrudan bir uygulamasıdır.
4. Tartışma: Sömürgeci Hidro-Politikaların Sonuçları ve Direniş Potansiyeli
Doğu Türkistan’daki yeraltı suyu yönetimi düzenlemelerinin analizi, Çin devletinin bölgedeki kolonyal ve iç kolonyal pratiklerinin, su politikaları aracılığıyla nasıl uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu düzenlemeler, Doğu Türkistanlılar üzerinde çok boyutlu etkilere sahiptir: ekonomik marjinalleşme, kültürel erozyon, su kaynakları üzerindeki özerkliğin kaybı ve ciddi çevresel adaletsizlik. Su, yalnızca bir doğal kaynak olmaktan öte, devletin nüfusu, coğrafyayı ve ekonomiyi yeniden yapılandırma çabalarında bir biyo-iktidar aracı olarak işlev görmektedir. Özellikle geleneksel su yönetimi sistemlerinin, örneğin karezlerin, yok edilmesi veya marjinalleştirilmesi, yalnızca ekolojik dengeleri bozmakla kalmamakta, aynı zamanda Uygur kültürünün ve topluluk kimliğinin temel unsurlarını da aşındırmaktadır. Bu hidro-politikalar, Doğu Türkitsan’daki genişletilmiş güvenlik ve kontrol stratejisinin ayrılmaz bir parçası olarak yorumlanabilir; köylerin yeniden yapılandırılması, yerleşimin kontrolü ve kültürel asimilasyon politikaları ile doğrudan ilişkilidir. Çin devletinin Doğu Türkistanlılar üzerindeki baskıcı ve otoriter politikaları, bölge halkının pasif direniş, kültürel pratiklerini sürdürme ve uluslararası platformlarda savunuculuk gibi çeşitli direniş biçimlerini geliştirmesini büyük ölçüde imkansız hale getirmektedir. Bu durum, sistematik baskıların ve ağır kısıtlamaların gölgesinde, halkın hak arama ve kimliğini koruma çabalarını derinden etkilemektedir.
5. Sonuç
Doğu Türkistan’daki su yönetimi düzenlemelerinin eleştirel analizi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgedeki politikalarının, kolonyal ve iç kolonyal pratiklerin su kaynakları üzerinden nasıl pekiştirildiğini açıkça ortaya koymaktadır. “Suya göre şehri, araziyi, nüfusu ve sanayiyi belirleme” ilkesi, merkeziyetçi bir planlama anlayışının, Uygur ve diğer yerli halkların geleneksel su kullanım yöntemlerini ve geçim kaynaklarını göz ardı ederek Han merkezli endüstriyel ve tarımsal projeleri desteklediğini göstermektedir. Bu durum, suyun bir biyo-iktidar aracı olarak kullanıldığını ve nüfusun demografik yapısını, yerleşim düzenini ve ekonomik faaliyetlerini devletin çıkarları doğrultusunda manipüle ettiğini ortaya koymaktadır.
Yeraltı suyu kullanımında uygulanan toplam çekim ve su seviyesi kontrol sistemleri, geleneksel karez sistemleri gibi yerel özerk yapıları marjinalleştirerek devletin su kaynakları üzerindeki mutlak hegemonyasını pekiştirmektedir. Bu yaklaşım, su vergileri ve kayıt sistemleri aracılığıyla Uygur çiftçilerini ekonomik olarak zor durumda bırakmakta, çevresel adaletsizliği derinleştirmekte ve devletin su kaynaklarına erişimi kriminalize etme potansiyelini artırmaktadır. Bilimsel yönetim metodolojilerine yapılan vurgu ve şeffaflık eksikliği, yerel halkın binlerce yıllık ekolojik bilgi birikimini ve geleneksel su yönetimi pratiklerini dışlayarak bir bilgi hiyerarşisi yaratmaktadır.
Sonuç olarak, Doğu Türkistan’daki hidro-politikalar, Çin devletinin bölge üzerindeki genel jeopolitik, demografik ve sosyo-kültürel kontrol stratejisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Su, ekonomik marjinalleşme, kültürel erozyon ve çevresel adaletsizlik gibi sorunları derinleştiren bir araç olarak işlev görmektedir. Bu politikalar, aynı zamanda bölgedeki ağır gözetim ve asimilasyon politikalarıyla birleşerek Uygur halkının direniş ve kimliklerini koruma çabalarını derinden etkileyen sistematik bir baskı mekanizması oluşturmaktadır. Doğu Türkistan’daki su yönetimi, modern bir sömürgecilik örneği olarak, kaynakların siyasi bir tahakküm aracı olarak nasıl kullanılabileceğini ve bu durumun yerli halklar üzerindeki yıkıcı etkilerini gözler önüne sermektedir.
[1] 新疆维吾尔自治区地下水资源管理条例. https://xjrb.ts.cn/xjrb/20251117/250374.html
[2] Lorenzo Veracini, Settler Colonialism-A Theoretical Overview, London, Palgrave Macmillan, 2010, s.1-14.
[3] Foucault, M. (2002). Toplumu savunmak gerekir (Ş. Aktaş, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
[4] Gönenç, D. (2021). Çevresel Adalet. İçinde Çevre Hukuku ve Politikaları: Kavramlar, Teoriler ve Tartışmalar (s. 83-108). Seçkin.
[5] Escobar, A. (1995). Encountering development: The making and unmaking of the third world (STU – Student edition). Princeton University Press.
[6] Wegerich, Kai. “Hydro-hegemony in the Amu Darya Basin.” Water Policy, vol. 10, no. S2, July 2008, pp. 19-32. IWA Publishing, doi:10.2166/wp.2008.208.
[7] Foucault, M. (2002). Toplumu savunmak gerekir (Ş. Aktaş, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları