21 Kasım 2025
Özet
Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) tarafından yayınlanan “Uyumlu Emek İlişkileri: Sincan Uygulaması” (和谐劳动关系新疆实践) raporu, bölgedeki çalışma koşullarını bir kalkınma ve refah modeli olarak sunmaktadır.[1] Ancak bu anlatı, uluslararası insan hakları örgütleri ve akademik araştırmaların ortaya koyduğu verilerle taban tabana zıttır. Bu yazı, “rıza”, “gözetim”, “sömürgecilik” ve “kültürel asimilasyon” kavramları üzerinden, Çin’in emek politikalarının aslında sistematik bir zorla çalıştırma ve kimliksizleştirme aracı olduğunu tartışmaktadır. Çalışma, bölgedeki uygulamaları Sömürgeci Biyopolitika ve Devlet Destekli Zorla Çalışma kuramları çerçevesinde analiz etmektedir.
1. Giriş: “Kaliteli İş Ortamı” Söylemi ve Zorla Çalıştırma Gerçeği
Çin devletinin resmi medya kuruluşu Tianshan Net (Tanrıdağ), 19 Kasım 2025 tarihinde yayınladığı haberde, Doğu Türkistan’daki çalışma hayatına dair yeni bir raporun sonuçlarını paylaştı. Söz konusu haberin içeriği şu şekildedir: “18-19 Kasım tarihlerinde Urumçi’de düzenlenen “Kuşak ve Yol” seminerinde, “Uyumlu Emek İlişkileri: Sincan Uygulaması” başlıklı çalışmanın bulguları kamuoyuna sunuldu. 2024 yılı Haziran ayında başlatılan çalışma kapsamında, bölgedeki 14 il ve 100’den fazla işletmenin incelendiği belirtildi. Raporun, bölgedeki çalışma standartlarını, işçi haklarını ve beceri gelişimini verilerle ortaya koyarak son 70 yıldaki kazanımları belgelemeyi amaçladığı ifade edildi. Haberde, bu çalışmanın Sincan’daki çalışma koşullarının gerçek durumunu yansıttığı ve “Kuşak ve Yol” güzergahındaki diğer ülkelere referans olabilecek bir model sunduğu iddia edildi. Forumda uluslararası katılımcıların görüşlerine de yer verildi. Uluslararası İnsan Hakları ve Sosyal Kalkınma Derneği Danışmanı David Lopez, bölgedeki kalkınmadan övgüyle bahsederek Sincan’ı bir “umut örneği” olarak nitelendirdi. Kazakistan Demiryolları Sendika Başkanı Talgat Karabalayev ise bölgedeki işletmelerin işçi refahını merkeze aldığını vurguladı. Forumda söz alan yerel çalışanlar ise sağlanan sigorta, barınma, yemek yardımları ve mesleki eğitim teşviklerine dikkat çekti. Bu teşvikler sayesinde, başta ev hanımları olmak üzere yerel halkın “nitelikli sanayi işçilerine” dönüştüğü ifade edildi.”
Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) resmi yayın organlarında “uyum”, “kalkınma” ve “gönüllü dönüşüm” kavramlarıyla inşa ettiği bu anlatı, sahadaki ampirik gerçekliklerle örtüşmekte midir? Yoksa uluslararası kuruluşların raporları, bağımsız akademik araştırmalar ve hukuk otoriteleri, bu “pembe tablonun” ardında çok daha karanlık bir sistematik yapının varlığına mı işaret etmektedir? Bu yazı, Çin devletinin iddialarını verili kabul etmek yerine; devlet destekli zorla çalıştırma, yerleşimci sömürgecilik ve kültürel asimilasyon kavramları ekseninde, mevcut durumu bağımsız veriler ışığında farklı başlıklar altında analiz edecektir.
2. Rızanın İmalatı: Gözetim Altında “Özgür” İrade
Çin hükümetinin “yoksullukla mücadele” (消除贫困) ve “istihdam artırma” (增加就业) retoriği, bölgedeki emek transferi programlarının zorlayıcı doğasını gizleyen bir “söylemsel kalkan” işlevi görmektedir. Ancak bu pratikler, Zorla Çalışma (Forced Labor) ve Yapısal Şiddet (Structural Violence) kuramları üzerinden analiz edildiğinde, rızanın olmadığı, devlet destekli bir sömürü mekanizması ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1930 tarihli ve 29 sayılı Zorla Çalıştırma Sözleşmesi, zorla çalıştırmayı “herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve kendi isteğiyle sunmadığı tüm iş veya hizmetler” olarak tanımlar (ILO, 1930).[2] Doğu Türkistan bağlamında “ceza tehdidi” kavramı, sadece fiziksel şiddeti değil, özgürlüğün kısıtlanması, toplama kamplarına gönderilme korkusu ve sosyal hakların elinden alınmasını da kapsayan geniş bir spektrumu ifade eder.
Akademik literatürde bu durum, devletin yasal ve idari gücünü kullanarak bireyleri çalışmaya mecbur bıraktığı “Devlet Tarafından Dayatılan Zorla Çalışma” (State-Imposed Forced Labor) kategorisinde değerlendirilmektedir (Zenz, 2020).[3] Sheffield Hallam Üniversitesi’nin raporlarına göre, Uygur işçilerin sözleşmeleri, reddetme hakkının bulunmadığı ve işten ayrılmanın “siyasi itaatsizlik” sayıldığı koşullar altında imzalanmaktadır (Murphy et al., 2021).[4]
Bölgedeki emek rejimi, Michel Foucault’nun “Panoptikon” (görünmeden her şeyi gözetleyen iktidar) metaforunun dijitalleşmiş bir versiyonu üzerine kuruludur. Bölge Valisi Chen Quanguo döneminde kurulan ve antropoloji literatüründe “Terör Kapitalizmi” olarak adlandırılan güvenlik mimarisi, işgücü transferini bir denetim aracına dönüştürmüştür (Byler, 2021).[5]
IJOP Sistemi: İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından belgelenen Entegre Ortak Operasyonlar Platformu (IJOP), bireylerin hareketlerini, tüketim alışkanlıklarını ve hatta elektrik kullanımlarını takip eden bir büyük veri algoritmasıdır. Bu sistem, devletin atadığı işi reddeden bireyleri “güvenilmez” veya “potansiyel suçlu” olarak işaretlemekte ve otomatik olarak gözaltı mekanizmasını tetiklemektedir (HRW, 2018).[6]
Rızanın İmkansızlığı: Bu denli yoğun bir gözetim altında, bireyin “özgür irade” beyan etmesi ontolojik olarak imkansızdır. Araştırmacı Adrian Zenz’in analiz ettiği Nankai Üniversitesi raporları, işgücü transferlerinin “istikrarı koruma” (weiwen) politikasının bir parçası olduğunu ve işçilerin “düşünce yapılarının dönüştürülmesi” amacıyla fabrikalara yerleştirildiğini itiraf etmektedir (Zenz, 2019).
Çin devletinin söyleminde “işi reddetmek” basit bir ekonomik tercih değil, ideolojik bir sapma olarak kodlanmıştır.
Politik Bir Suç Olarak İşsizlik: Çin’in “Dini Aşırılıkla Mücadele Yönetmeliği” kapsamında, devletin sunduğu “modern yaşam tarzını” ve istihdamı reddetmek, “aşırılıkçılık” (extremism) belirtisi sayılmaktadır. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin (OHCHR) 31 Ağustos 2022 tarihli raporu, bu bağlamda insanların keyfi olarak “Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezleri”ne (VETC) gönderilme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını doğrulamıştır (OHCHR, 2022).[7]
Kadın Emeğinin Araçsallaştırılması: Metinde geçen “ev hanımlarının dönüştürülmesi” ifadesi, sosyolojik olarak Uygur hane halkı yapısının parçalanması stratejisidir. Kadınların zorla fabrikalara sürülmesi, çocukların devlet yatılı okullarına alınmasına zemin hazırlamakta, böylece kuşaklar arası kültürel ve dilsel aktarım (intergenerational transmission) engellenmektedir. Bu durum, devletin “rıza” ürettiği değil, hayatta kalmak için itaatin zorla kılındığı bir “Biyopolitik Tahakküm” örneğidir.
3. Metodolojik Manipülasyon: Bağımsız Denetimin İmkansızlığı
Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yayınlanan raporun “100 işletmeyi incelediği” (深入100余家企业调研)ve “nesnel veriler sunduğu”( 获取大量数据资料) iddiası, sosyal bilimler metodolojisi açısından geçerlilik (validity) ve güvenilirlik (reliability) kriterlerini karşılamamaktadır. Bölgedeki siyasi atmosfer ve devletin bilgi üzerindeki tekelci kontrolü, bu çalışmayı bilimsel bir araştırmadan ziyade, “Söylem Gücü” (Discourse Power / Huayu Quan) inşa etmeye yönelik bir propaganda faaliyeti olarak konumlandırmaktadır.
Rapora kaynaklık eden kurumların tarafsızlığı meselesi, Çin’deki sendikal yapının ontolojik konumuyla açıklanabilir. Çin’de bağımsız sendikacılık anayasal olarak yasaktır ve tek yasal sendika olan Tüm Çin Sendikalar Federasyonu (ACFTU), Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) doğrudan kontrolü altındadır. Lenin’in sendikaları “Parti ile kitleler arasındaki iletim kayışı” olarak tanımlayan doktrini, Çin’deki emek rejiminin temelidir. Akademik literatürde Devlet Korporatizmi (State Corporatism) olarak tanımlanan bu modelde, sendikanın görevi işçiyi işverene veya devlete karşı korumak değil; devletin üretim hedeflerini işçiye dayatmak ve işgücünü disipline etmektir (Howell, 2008).[8]
ILO Standartlarına Aykırılık: Bu yapı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 87 ve 98 sayılı sözleşmelerine temelden aykırıdır. ILO Uzmanlar Komitesi (CEACR), Çin’deki sendikal tekelin işçilerin özgür iradesini yansıtmadığını defalarca raporlamıştır (ILO, 2023).[9] Dolayısıyla, ACFTU tarafından hazırlanan veya desteklenen bir rapor, bağımsız bir veri seti değil, parti direktiflerinin bir yansımasıdır.
Uluslararası gözlemcilerin ve basının ziyaret ettiği fabrikalardaki mizansenler, siyaset biliminde Performatif Otoriterizm ve Kurgulanmış Otantiklik (Staged Authenticity) kavramlarıyla açıklanır.
Potemkin Köyleri Stratejisi: Rusya İmparatoriçesi Katerina’ya ülkenin müreffeh olduğunu göstermek için Prens Potemkin tarafından kurulan sahte cephe köylerine atıfla kullanılan bu terim, Doğu Türkistan’daki durumu özetler. Bölgedeki fabrikalar, dış denetçiler için sterilize edilmiş, “mutlu işçilerin” ezberletilmiş metinleri okuduğu birer tiyatro sahnesine dönüştürülmüştür.
Tercih Çarpıtması (Preference Falsification): Timur Kuran’ın geliştirdiği bu kurama göre, baskıcı rejimlerde bireyler, kamusal alanda gerçek düşüncelerini gizleyerek rejimin istediği yalanları söylerler. Doğu Türkistan’da bir işçinin, yabancı bir heyet veya devlet görevlisi karşısında “zorla çalıştırılıyorum” demesi, kendisinin ve ailesinin toplama kampına gönderilmesiyle sonuçlanacak bir intihar eylemidir. Bu nedenle, bu tür görüşmelerden elde edilen veriler epistemolojik olarak kirlidir ve gerçeği yansıtmaz (Kuran, 1995).[10]
Raporun “nesnellik” iddiasını çürüten en güçlü kanıt, uluslararası denetim firmalarının bölgeden çekilmesidir.
Denetimin İmkansızlığı: Küresel tedarik zinciri denetçileri (örneğin Better Cotton Initiative veya Fair Labor Association), Doğu Türkistan’da işçilerle misilleme korkusu olmadan (non-retaliatory) görüşme yapmanın imkansız hale geldiğini belirterek bölgedeki faaliyetlerini askıya almış veya sonlandırmıştır. Bir denetim firmasının “temiz” raporu verebilmesi için, işçinin devlet gözetimi olmadan konuşabilmesi şarttır. Bölgedeki her yerde hazır ve nazır (ubiquitous) gözetim sistemi, bu temel şartı ortadan kaldırmıştır (FLA, 2020;[11] Lehr, 2020).[12]
Veri Karartma: Çin hükümeti, son yıllarda “Sincan İstatistik Yıllıkları’ndaki” (Xinjiang Statistical Yearbooks) nüfus, doğum oranları ve iç göç verilerini sansürlemeye veya manipüle etmeye başlamıştır. Resmi verilerin tutarsızlığı, yayınlanan bu tür “başarı raporlarının” bilimsel değerini sıfırlamaktadır.
4. Kültürel Hakların İhlali: “Beceri Geliştirme” Adı Altında Asimilasyon
Resmi söylemde “mesleki eğitim”, “yoksullukla mücadele” ve “modernizasyon” olarak çerçevelenen uygulamalar, sosyolojik ve hukuksal bir perspektiften incelendiğinde, Raphael Lemkin’in tanımladığı Kültürel Soykırım (Cultural Genocide) veya daha spesifik bir terimle Etnosid (Ethnocide) kapsamında değerlendirilmelidir. Bu süreç, bir etnik grubun fiziksel varlığını aniden yok etmekten ziyade, o grubu grup yapan kültürel, dilsel ve inançsal bağların sistematik olarak çözülmesini (deculturation) hedefler.
Fabrikalar ve eğitim kampları, Erving Goffman’ın “Total Kurumlar” (Total Institutions) kavramıyla açıklanabilir; bireyin önceki benliğinin silindiği, tüm yaşamının (uyku, iş, oyun) tek bir otorite tarafından kontrol edildiği ve yeniden inşa edildiği mekanlardır.[13]
“Beceri eğitimi” adı altında yürütülen programlar, pedagojik bir formasyondan ziyade, “Zorla Kültürleme” (Forced Acculturation) aracı olarak işlev görmektedir. Programların merkezinde Mandarin Çincesinin “ulusal ortak dil” adı altında zorla kılınması, yerel dillerin kamusal ve özel alandan silinmesi stratejisidir. Dilbilimsel antropolojide bu durum, bir toplumun dünya görüşünü ve hafızasını silmek anlamına gelen “Linguistic Imperialism” (Dilsel Emperyalizm) olarak tanımlanır. Uygurların kendi etnik kimliklerine ve inançlarına duydukları sadakatin, devlet sadakatiyle değiştirilmesi hedeflenir. Bu süreç, eleştirel düşünceyi değil, siyasi metinlerin ezberletilmesini içeren yoğun bir endoktrinasyon (beyin yıkama) sürecidir.
Kutsalın Profanlaştırılması: Fabrika ortamlarında namaz kılmak, oruç tutmak veya helal gıda talep etmek, temel bir insan hakkı veya kültürel pratik olarak değil, patolojik bir durum veya “dini aşırılık” (religious extremism) belirtisi olarak kodlanmaktadır. Bu durum, devletin biyopolitik iktidarını kullanarak bireyin bedeni ve maneviyatı üzerinde mutlak tasarruf hakkı iddia etmesidir (Byler, 2021; “In the Camps”).[14]
Uygur toplumuna yönelik politikalar, ailenin, kültürün nesiller arası aktarımındaki (intergenerational transmission) rolünü yok etmeyi hedefleyen radikal bir Sosyal Mühendislik projesidir. Ev hanımlarının fabrikalara, erkeklerin ise “işgücü transferi” adı altında binlerce kilometre uzaktaki eyaletlere gönderilmesi, aile birliğini parçalayarak bireyleri devlete bağımlı, köksüz “atomlara” dönüştürme stratejisidir. Bu, sosyolojide “Sosyal Doku Yırtılması” olarak adlandırılır. Ebeveynleri kamplara veya fabrikalara gönderilen çocukların devlet yatılı okullarına alınması, kültürel hafızanın aktarımını engeller. Bu okullarda çocuklar, kendi kültürlerine yabancılaştırılarak (alienation) yetiştirilmekte; bu durum çocuk hakları literatüründe “Travmatik Bağ Koparımı” olarak nitelendirilmektedir. Adrian Zenz’in raporlarına göre, bu uygulama ebeveyn ve çocuk arasındaki bağı kalıcı olarak kopararak, Uygur kimliğinin geleceğini yok etmeyi amaçlar (Zenz, 2019; “Break Their Roots”).[15]
“Beceri geliştirme” retoriği, Michel Foucault’nun ifade ettiği gibi, bedeni ve zihni disipline ederek “uysal bedenler” (docile bodies) yaratma girişimidir. Bu, ekonomik bir kalkınma projesi değil, ontolojik güvenliği tehdit eden bir kimliksizleştirme operasyonudur.
5. Siyasi Ekonomi: Modern Kölelik ve Küresel Tedarik Zincirleri
Çin’in “Kuşak ve Yol” (一带一路:Belt and Road Initiative – BRI) girişimi için lojistik ve üretim üssü olarak kurguladığı Doğu Türkistan’daki sistem, Cedric Robinson’ın Irksal Kapitalizm (Racial Capitalism) teorisi ile açıklanabilir. Bu teoriye göre, sermaye birikimi ve ekonomik kalkınma tarihsel olarak “nötr” bir süreç değil; belirli ırksal veya etnik grupların sistematik olarak değersizleştirilmesi, insanlıktan çıkarılması ve sömürülmesi üzerine inşa edilmiştir.[16] Bölgedeki durum, devlet kapitalizmi ile etnik hiyerarşinin iç içe geçtiği hibrid bir sömürü modelidir.
Uygur çiftçilerin topraklarından koparılıp fabrikalara sürülmesi, David Harvey’in “Mülksüzleşme Yoluyla Birikim” (Accumulation by Dispossession) kavramının ders niteliğinde bir örneğidir.[17]
Zorla Proleterleşme: Geleneksel tarım toplumunun çözülmesi, “modernleşme” adı altında sunulsa da, aslında köylülerin üretim araçlarından (toprak) koparılarak mülksüzleştirilmesi sürecidir. Bu süreç, bireyleri hayatta kalmak için devlete ve onun belirlediği ücretlere (veya sadece iaşeye) muhtaç hale getirir.
Yedek Sanayi Ordusu: Uygur nüfusu, Marx’ın tanımladığı “yedek sanayi ordusu”nun zorla (coercive) oluşturulmuş bir versiyonu olarak kullanılmaktadır. Bu kitle, hem Doğu Çin’deki fabrikalar için ucuz işgücü deposu işlevi görmekte hem de ücretleri baskılamak için bir araç olarak kullanılmaktadır.
Bölgedeki üretim modeli, küresel markaların tedarik zincirlerine entegre olmuş durumdadır. Bu durum, “Tedarik Zinciri Bulaşması” (Supply Chain Contamination) riskini doğurur.
Artı Değer Sömürüsü: Uygur işçiler, “artı işgücü” (surplus labor) retoriğiyle şeyleştirilmekte (reification); piyasa koşullarının çok altında ücretlerle çalıştırılarak devasa bir Artı Değer transferi sağlanmaktadır. Sheffield Hallam Üniversitesi’nin raporları, bu sömürünün özellikle pamuk (tekstil) ve polisilikon (güneş paneli hammaddesi) sektörlerinde yoğunlaştığını ve küresel pazara giren ürünlerin “zorla çalıştırma” (forced labor) ile lekelendiğini kanıtlamıştır (Murphy et al., 2021).[18]
Sosyal Damping: Bu sistem, uluslararası ticarette haksız rekabet yaratan bir “Sosyal Damping” örneğidir. İşçi haklarının ve maliyetlerin sıfıra indirilmesi, etik üretim yapan diğer küresel aktörler aleyhine bir pazar avantajı yaratmaktadır.
Ekonomik yapı, sadece kâr amacı gütmez; aynı zamanda bir Biyopolitik Kontrol mekanizmasıdır.
Devlete Tam Bağımlılık: İşçilere sağlandığı iddia edilen “refah”, özgürleştirici değil, bağımlı kılıcıdır. Toprağından ve cemaatinden koparılan birey, devletin sağladığı yatakhaneye ve maaşa mahkum edilerek, her hareketi izlenebilir ve kontrol edilebilir bir nesneye dönüştürülür. Bu, Darren Byler’ın ifadesiyle “Terör Kapitalizmi”dir; güvenlik endüstrisi ve üretim sektörü, etnik azınlıkları hem gözetleyip hem de çalıştırarak çifte kazanç sağlar.[19]
Sonuç
Bu çalışma, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan genelinde uyguladığı “istihdam temelli kalkınma” ve “beceri eğitimi” politikalarının, resmi söylemin aksine ekonomik refahı değil, sistematik bir denetim ve asimilasyon rejimini temsil ettiğini ortaya koymuştur. Çin devletinin ürettiği “Uyumlu Emek İlişkileri” ve “modernleşme” anlatısı, sahadaki yapısal şiddet ve devlet tarafından dayatılan zorla çalıştırma gerçeğini perdeleyen stratejik bir “söylemsel kalkan” işlevi görürken; “yoksullukla mücadele” retoriği, etnik bir grubun mülksüzleştirilmesi ve kontrol altına alınması için politik bir araç olarak kullanılmaktadır. Michel Foucault’nun biopolitik ve panoptikon kavramlarının dijital teknolojiyle güçlendirilmiş bir versiyonu olan bu yönetim modeli, yoğun gözetim ve “aşırılıkçı” etiketleme tehdidiyle bireylerin özgür iradesini ortadan kaldırmakta ve “tercih çarpıtması” yoluyla rızanın imkansız olduğu bir itaat ortamı yaratmaktadır. Cedric Robinson’ın “Irksal Kapitalizm” ve David Harvey’in “Mülksüzleşme Yoluyla Birikim” teorileri ekseninde, Uygur kimliğinin değersizleştirilerek küresel tedarik zincirleri için ucuz işgücüne dönüştürüldüğü bu sistem, aynı zamanda dilsel emperyalizm, aile yapısının dağıtılması ve total kurumlar aracılığıyla Raphael Lemkin’in tanımladığı kültürel soykırım (etnosid) kriterlerini karşılamaktadır. Devlet korporatizmi ve bağımsız denetimlerin engellenmesi nedeniyle epistemolojik geçerliliği bulunmayan resmi verilerin aksine, mevcut durum; ekonomik bir kalkınma projesi olmaktan öte, etnik bir grubun biyolojik varlığını korurken kültürel varlığını silmeyi hedefleyen, zorla çalıştırma ve kitlesel gözetimle desteklenen hibrit bir sömürgecilik ve sosyal mühendislik projesidir.
[1] 《和谐劳动关系新疆实践》成果发布, https://www.ts.cn/xwzx/jjxw/202511/t20251119_31643759.shtml. Erişim tarihi: 20.11.2025
[2] ILO (International Labour Organization). (1930). Forced Labour Convention, 1930 (No. 29). Geneva.
[3] Zenz, A. (2020). “Coercive Labor and Forced Displacement in Xinjiang’s Cross-Regional Labor Transfer Program”. Jamestown Foundation.
[4] Murphy, L. et al. (2021). “In Broad Daylight: Uyghur Forced Labour and Global Solar Supply Chains”. Sheffield Hallam University, Helena Kennedy Centre for International Justice.
[5] Byler, D. (2021). Terror Capitalism: Uyghur Dispossession and Masculinity in a Chinese City. Duke University Press.
[6] Zenz, A. (2019). “Beyond the Camps: Beijing’s Long-Term Goal of Coercive Labor, Social Integration and Population Control”. Journal of Political Risk, 7(12).
[7] OHCHR (Office of the UN High Commissioner for Human Rights). (2022). OHCHR Assessment of human rights concerns in the Xinjiang Uyghur Autonomous Region, People’s Republic of China.
[8] Howell, J. (2008). “All-China Federation of Trade Unions beyond Reform? The Slow March of Direct Elections”. China Quarterly.
[9] ILO (International Labour Organization). (2023). Report of the Committee of Experts on the Application of Conventions and Recommendations. Geneva.
[10] Kuran, T. (1995). Private Truths, Public Lies: The Social Consequences of Preference Falsification. Harvard University Press.
[11] Fair Labor Association (FLA). (2020). “FLA Statement on Sourcing from China”.
[12] Lehr, A. (2020). “Addressing Forced Labor in the Xinjiang Uyghur Autonomous Region: Toward a Shared Agenda”. CSIS (Center for Strategic and International Studies).
[13] Goffman, E. (1961). Asylums: Essays on the Social Situation of Mental Patients and Other Inmates.
[14] Byler, D. (2021). In the Camps: China’s High-Tech Penal Colony. Columbia Global Reports.
[15] Zenz, A. (2019). “Break Their Roots: Evidence for China’s Parent-Child Separation Campaign in Xinjiang.” The Journal of Political Risk.
[16] Robinson, C. J. (1983). Black Marxism: The Making of the Black Radical Tradition. The University of North Carolina Press.
[17] Harvey, D. (2003). The New Imperialism (Clarendon Lectures in Geography and Environmental Studies). Oxford University Press
[18] Murphy, L. et al. (2021). “Laundering Cotton: How Xinjiang Cotton is Obscured in International Supply Chains.” https://shura.shu.ac.uk/29641/1/Murphy-LaunderingCottonXinjiang%28VoR%29.pdf.
[19] Byler, D. (2022). Terror Capitalism: Uyghur Dispossession and Masculinity in a Chinese City. Duke University Press.