KARANLIĞIN KANUNLAŞTIRILMASI: 2025 “DEVLET SIRLARINI KORUMA YÖNETMELİĞİ” VE DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ SOYKIRIMIN GİZLENME STRATEJİSİ

İşgal Altındaki Doğu Türkistan’da Yürürlüğe Konulan Yeni Bilgi Karartma Mevzuatı Üzerine

Uygur Araştırma Enstitüsü  |  02 Aralık 2025 

Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimindeki sözde Sincan Uygur Özerk Bölgesi Halk Kongresi Daimi Komitesi tarafından 26 Kasım 2025 tarihinde kabul edilen ve 1 Mart 2026 tarihinde yürürlüğe gireceği ilan edilen《新疆维吾尔自治区保守国家秘密条例(Sincan Uygur Özerk Bölgesi Devlet Sırlarını Koruma Yönetmeliği), sıradan bir idari düzenleme metni olmanın çok ötesinde, tarihsel ve politik bir meydan okumadır. Bu belge, Doğu Türkistan coğrafyasında yıllardır sürdürülen sistematik baskı, asimilasyon ve kültürel soykırım politikalarının üzerine örtülen “hukuksal” bir zırh niteliğindedir. İşgalci yönetimin “ulusal güvenlik” ve “devlet sırrı” kavramlarını, bölgedeki her türlü insani hareketi, bilgi akışını ve hak arama çabasını boğmak için nasıl birer silaha dönüştürdüğünün en somut ve güncel kanıtıdır. Yönetmeliğin kabul edilme zamanlaması, uluslararası toplumun bölgedeki insan hakları ihlallerine dair farkındalığının arttığı bir döneme denk getirilmiş olup, Çin devletinin bu ihlalleri “iç mesele” ve “devlet sırrı” parantezine alarak dünyadan tecrit etme iradesini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu yönetmelik, Doğu Türkistan’ı bir açık hava hapishanesine dönüştüren mevcut uygulamaların “yasal” zemine oturtulması sürecinin son halkasıdır. Metnin bütününe yayılan “Parti liderliği”, “Çin ulusu ortak bilinci” ve “ulusal güvenlik” vurguları, yasanın teknik bir koruma tedbiri olmaktan ziyade, ideolojik bir tahakküm aracı olduğunu beyan etmektedir. Özellikle 2017 yılından bu yana şiddetlenen toplama kampları gerçeği, zorla çalıştırma uygulamaları ve demografik mühendislik projeleri, bu yasa sayesinde “devlet sırrı” kapsamına alınarak, bu suçlara dair her türlü delilin dışarı sızması “casusluk” ve “sır ifşası” olarak tanımlanacaktır. Dolayısıyla bu metin, bir devletin kendi sırlarını korumasından ziyade, bir suç örgütünün delil karartma tutanağı olarak okunmalıdır.

Uygur halkı açısından bu yönetmelik, yaşam alanının tamamen daraltılması, nefes almanın dahi devlet iznine tabi tutulması ve her bireyin potansiyel bir suçlu veya hain olarak kodlanması anlamına gelmektedir. “Sır” kavramının sınırlarının belirsizleştirilmesi, keyfi tutuklamaların önünü açmakta ve toplumda derin bir güvensizlik tohumu ekmektedir. Devlet, vatandaşını korumak yerine, vatandaşına karşı kendini korumaya alan, halkı “tehdit unsuru” olarak gören bir paranoyak yapıya bürünmüştür. Bu yönetmelik, söz konusu paranoyanın kanun maddelerine dökülmüş halidir ve Doğu Türkistanlıların dünyayla olan son bağlarını da koparmayı hedeflemektedir.

Açıkça beyan edilmelidir ki, 1 Mart 2026’da yürürlüğe girecek olan bu düzenleme, Doğu Türkistan’daki soykırımın ikinci aşamasını, yani “hafıza kırım” ve “sessizlik” aşamasını başlatmaktadır. Fiziksel varlığı tehdit altında olan bir milletin, şimdi de hakikati dile getirme hakkı, “devletin güvenliği” bahanesiyle elinden alınmaktadır. Bu analiz, söz konusu yönetmeliğin maddelerini tek tek irdeleyerek, satır aralarına gizlenmiş olan zulüm mekanizmasını, teknolojik gözetim planlarını ve toplumsal izolasyon hedeflerini Doğu Türkistan’ın asli sahiplerinin gözünden ifşa etmeyi amaçlamaktadır.

İDEOLOJİK ZEMİN: “ÇİN ULUSU ORTAK BİLİNCİ” VE PARTİ’NİN MUTLAK OTORİTESİ

Yönetmeliğin “Genel Hükümler” başlıklı birinci bölümü, yasanın ruhunu oluşturan siyasi ideolojiyi tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle Madde 3, gizlilik çalışmalarının “Çin Komünist Partisi’nin liderliğinde” ve “Çin ulusu ortak bilincini pekiştirme ana ekseninde” yürütülmesi gerektiğini emretmektedir. Bu ifade, Doğu Türkistan bağlamında hayati bir tehlikeyi barındırmaktadır; zira “Çin ulusu ortak bilinci”, Pekin yönetiminin Uygur, Kazak ve diğer Türk topluluklarını asimile etme, dillerini ve dinlerini yasaklama politikasının resmi adıdır. Bu maddenin yasaya derç edilmesi, “devlet sırrı” kavramının, asimilasyon politikalarına direnen her türlü kültürel ve dini bilginin bastırılması için kullanılacağının ilanıdır.

“Parti gizliliği yönetir” (Dang Guan Baomi) ilkesinin Madde 3 ile yasal bir zorunluluk haline getirilmesi, Doğu Türkistan’da hukukun üstünlüğünün değil, Parti Komiserlerinin keyfi iradesinin esas olduğunu bir kez daha tescillemiştir. Bu ilke uyarınca, neyin sır olup olmadığına yasalar veya mahkemeler değil, o anki siyasi konjonktüre göre Komünist Parti yetkilileri karar verecektir. Bu durum, hukuk güvenliğini tamamen ortadan kaldırmakta ve idarenin her türlü eylemini denetimden muaf tutmaktadır. Bir Uygur memurun, partisinden gelen sözlü bir talimatı sorgulaması dahi “sır saklama disiplinine aykırılık” olarak değerlendirilebilecek ve cezalandırılabilecektir.

Yönetmeliğin giriş kısmında atıfta bulunulan “Bütünsel Ulusal Güvenlik Anlayışı”, devletin güvenliğini rejimin bekası ile eşitleyen bir doktrindir. Doğu Türkistan’da bu doktrin, Uygur kimliğinin bizatihi kendisini bir “güvenlik tehdidi” olarak kodlamaktadır. Dolayısıyla bu yönetmelik, devletin askeri veya diplomatik sırlarını korumaktan ziyade, rejimin Doğu Türkistan halkına karşı yürüttüğü savaşın stratejilerini ve taktiklerini gizlemeyi amaçlamaktadır. “Uzun vadeli istikrar” (Changzhi Jiu’an) hedefi, aslında bölgedeki direnişin tamamen kırılması ve mutlak bir sessizliğin sağlanması hedefini maskelemektedir.

Yönetmelik, Madde 4 ile Bölge Gizlilik Çalışma Liderlik Grubu’na olağanüstü yetkiler vermektedir. Bu grup, merkezi hükümetin stratejilerini yerelde uygulayan en üst merci olarak tanımlanmıştır. Bu hiyerarşik yapı, Doğu Türkistan’daki yerel idarecilerin inisiyatif alanını tamamen sıfırlamakta ve Pekin’den gelen emirlerin sorgusuz sualsiz uygulanmasını garanti altına almaktadır. Yerel yönetimlerin “özerk” sıfatı, bu merkeziyetçi ve otoriter yapı içerisinde tamamen anlamsızlaşmakta, Doğu Türkistan doğrudan Pekin’e bağlı bir sömürge valiliği statüsünde yönetilmektedir.

Ayrıca, Madde 6’da belirtilen “gizlilik propaganda ve eğitimi” görevi, ideolojik endoktrinasyonun bir parçasıdır. Devlet, sadece bilgiyi saklamakla kalmayıp, halkın zihnine “neyi bilmemesi gerektiğini” ve “neyi konuşmaması gerektiğini” kazımayı hedeflemektedir. Bu eğitimler, özellikle Uygur gençleri ve kamu çalışanları üzerinde, devletin her şeyi bildiği ve her şeyi gördüğü algısını yerleştirerek, psikolojik bir teslimiyet yaratmayı amaçlamaktadır. Bilgiye erişimin suç, cehaletin ise erdem sayıldığı bir toplumsal düzen inşa edilmektedir.

TOPLUMSAL GÖZETİMİN KILCAL DAMARLARI: MAHALLE BASKISI VE İSPİYON AĞI

Bu yönetmeliğin en tehlikeli boyutlarından biri, gizlilik ve istihbarat sorumluluğunu devlet kurumlarından çıkarıp, toplumun en alt birimlerine, mahallelere ve hatta aile içlerine kadar indirmesidir. Madde 5 ve Madde 8, “Taban kitle özerk örgütlerinin” (mahalle komiteleri ve köy muhtarlıkları) gizlilik çalışmalarına dahil edilmesini ve “gizlilik irtibat görevlileri” belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Doğu Türkistan pratiğinde bu yapılar, halihazırda her Uygur evine giren, kimin namaz kıldığını, kimin evinde hangi kitabın bulunduğunu, kimin yurtdışındaki akrabasıyla konuştuğunu raporlayan birer gözetim karakoludur. Bu yasayla birlikte, mahalle komitelerinin casusluk faaliyeti “devlet sırrını koruma” adı altında meşrulaştırılmakta ve yasal bir ödev haline getirilmektedir.

Yönetmelik, sivil halkı devletin birer ajanı olmaya zorlamaktadır. Madde 8’deki “Herhangi bir vatandaş ve örgüt, gizlilik çalışmasını desteklemeli ve yardımcı olmalıdır” hükmü, pasif bir itaat değil, aktif bir işbirliği talep etmektedir. Bu, bir komşunun diğerini, bir çalışanın mesai arkadaşını “şüpheli davranış” gerekçesiyle ihbar etmesinin vatandaşlık görevi sayıldığı bir ortam yaratmaktadır. Doğu Türkistan’da zaten paramparça edilmiş olan toplumsal güven dokusu, bu madde ile tamamen yok edilmek istenmektedir. İnsanlar, en yakınlarıyla bile konuşurken “devlet sırrını ihlal etme” veya “yanlış anlaşılma” korkusuyla otosansür uygulamak zorunda kalacaktır.

Yerel yönetimlerin ve mahalle komitelerinin, “halkın arasından” seçeceği gizlilik irtibat görevlileri, toplumun içine yerleştirilmiş resmi gözlerdir. Bu kişiler, sadece kamu kurumlarında değil, pazar yerlerinde, cami avlularında (açık kalanlarda) ve özel toplantılarda kulak kabartacak, “devletin güvenliğini ilgilendiren” (yani rejimi eleştiren) her türlü fısıltıyı rapor edecektir. Bu sistem, Çin’in kadim “Baojia” sisteminin ve Kültür Devrimi dönemindeki kitlesel ihbar mekanizmalarının, modern teknoloji ve totaliter yasalarla güncellenmiş halidir. Amaç, devletin olmadığı hiçbir özel alan bırakmamaktır.

Yönetmeliğin Madde 9 ile getirdiği “Gizlilik Eğitim Ayı” (Nisan ayı) ve medya organlarına yüklediği propaganda sorumluluğu, toplumun topyekûn bir beyin yıkama sürecine tabi tutulacağını göstermektedir. Okullarda, iş yerlerinde ve medyada sürekli olarak “casuslara karşı uyanık olma” teması işlenecek, yabancılarla iletişim kurmak, yurtdışı radyoları dinlemek veya yasaklı yayınları okumak “vatan hainliği” ile eşdeğer tutulacaktır. Bu durum, özellikle çocuklar üzerinde büyük bir tahribat yaratacak, ebeveynlerinin evdeki konuşmalarını “öğretmenlerine” (dolayısıyla devlete) rapor etmeleri teşvik edilecektir.

Dahası, Madde 40’ta bahsi geçen “Gizlilik Dernekleri” gibi yapılar, sivil toplum görünümü altında devletin uzantısı olarak faaliyet gösterecektir. Bu tür yapılar, meslek grupları içerisinde (doktorlar, mühendisler, akademisyenler) otokontrolü sağlayacak ve devletin resmi kurumlarının ulaşamadığı gri alanları denetleyecektir. Doğu Türkistan’da bağımsız bir sivil toplumun varlığı imkansız hale getirilmişken, devlet güdümlü bu tür organizasyonlar, entelektüel sınıfı kontrol altında tutmanın bir aracı olarak kullanılacaktır.

Sonuç olarak, yönetmeliğin bu bölümü, Doğu Türkistan toplumunu “atomize etme” stratejisinin bir parçasıdır. Bireyleri birbirine karşı güvensiz hale getirerek, örgütlü bir direnişin veya sivil itaatsizliğin filizlenmesini engellemek amaçlanmaktadır. Devlet, her bireyin ensesinde hissettiği soğuk bir nefes olarak, mahalle komiteleri ve ihbar hatları aracılığıyla varlığını en mahrem alanlarda dahi hissettirecektir.

DİJİTAL TOTALİTERİZM VE TEKNOLOJİK KAFES: YAPAY ZEKA DESTEKLİ GÖZETİM

Yönetmeliğin en distopik ve modern dünyaya meydan okuyan kısmı, teknolojinin, büyük verinin ve yapay zekanın “sır saklama” adı altında nasıl birer baskı aracına dönüştürüldüğünü gösteren maddelerdir. Doğu Türkistan, halihazırda dünyanın en gelişmiş dijital gözetim laboratuvarı konumundadır ve bu yönetmelik, bu fiili durumu yasal ve zorunlu bir standarda dönüştürmektedir. Madde 10, “yeni şifreleme teknolojileri, büyük veri ve yapay zeka”nın gizlilik alanında kullanılmasını açıkça teşvik etmekte ve desteklemektedir. Bu, Çin devletinin, Uygur halkının her hareketini, her dijital ayak izini izlemek için geliştirdiği IJOP (Entegre Ortak Operasyonlar Platformu) gibi sistemlerin, artık “devlet sırrı koruma aracı” olarak meşrulaştırıldığı anlamına gelir.

Madde 21, kamu çalışanlarının ve ilgili personelin internet kullanımına getirdiği yasaklarla, dijital bir tecrit uygulamaktadır. “Akıllı terminal cihazları, anlık mesajlaşma araçları (WeChat harici uygulamalar), sosyal medya ve bulut depolama hizmetlerinin” devlet sırlarını işlemek için kullanılamayacağı belirtilse de, pratikte bu madde, devlet memurlarının ve hassas sektör çalışanlarının WhatsApp, Telegram, Signal gibi şifreli haberleşme uygulamalarını kullanmasını tamamen suç haline getirmektedir. Bir Uygur akademisyenin veya doktorun, telefonunda bu uygulamaların bulunması bile, “devlet sırrını tehlikeye atma” potansiyeli taşıdığı gerekçesiyle cezalandırılması için yeterli sebep sayılacaktır. Bu, Doğu Türkistan’ın dünyayla olan iletişim kanallarının tamamen kesilmesi demektir.

Yönetmelik, Madde 22 ile kurumlara “gizlilik öz denetim tesisleri” kurma ve “yapay zeka gibi yeni teknolojileri uygularken gizlilik gerekliliklerine uyma” zorunluluğu getirmektedir. Bu ifade, kamu kurumlarındaki bilgisayarların, ağların ve hatta güvenlik kameralarının, yapay zeka destekli algoritmalarla sürekli tarandığı bir sistemi işaret etmektedir. Yapay zeka, çalışanların davranışlarını analiz edecek, “olağandışı” bir veri transferi veya şüpheli bir anahtar kelime kullanımı durumunda otomatik olarak alarm verecektir. İnsan denetiminin ötesine geçen bu teknolojik gözetim, hataya yer bırakmayan ve merhameti olmayan bir dijital gardiyan gibi çalışacaktır.

Bilgi sistemlerinin inşası, bakımı ve imhası süreçlerini düzenleyen Madde 1819 ve 20, dijital delillerin karartılmasını kurumsallaştırmaktadır. Özellikle Madde 18, kullanım ömrü dolan cihazların ve veri depolama aygıtlarının, sadece devletin belirlediği merkezlerde imha edilmesini şart koşmaktadır. Bu madde, “Sincan Polis Dosyaları” (Xinjiang Police Files) gibi sızıntıların bir daha yaşanmaması için alınan bir önlemdir. Toplama kamplarındaki kayıtlar, sorgu videoları ve biyometrik veriler, işleri bittiğinde iz bırakmayacak şekilde, devlet gözetiminde yok edilecektir. Tarihsel hakikatlerin dijital izleri silinerek, gelecekteki olası uluslararası yargılamalar için delil bırakılmaması hedeflenmektedir.

Madde 24, “bilgilerin bir araya getirilmesi ve ilişkilendirilmesi” (data aggregation) sonucunda ortaya çıkan verilerin de devlet sırrı sayılabileceğini belirtmektedir. Bu, büyük veri analizinin bir sonucudur. Tek başına zararsız görünen verilerin (örneğin; bir köydeki elektrik tüketimi, doğum oranları, seyahat sıklığı) bir araya getirildiğinde devletin saklamak istediği bir gerçeği (örneğin; köyün boşaltıldığını veya kamplara gönderildiğini) ortaya çıkarması durumunda, bu veriler derhal “sır” kapsamına alınacaktır. Devlet, kendi istatistik kurumlarının verilerini bile sansürleyerek, demografik soykırımın izlerini istatistik biliminden kaçırmaya çalışmaktadır.

Ayrıca, Madde 12’de belirtilen “bilgi paylaşımı ve risk önleme” mekanizmaları, Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu (Bingtuan), ordu ve yerel hükümet arasında entegre bir dijital savunma hattı kurulmasını öngörmektedir. Bu, sivil ve askeri gözetim ağlarının birleşmesi demektir. Bir Uygur vatandaşın hastane kaydı, seyahat bileti veya banka işlemi, aynı anda hem polis hem de askeri istihbarat tarafından görülebilecek ve “risk analizi” havuzuna düşecektir.

Sonuç olarak, bu yönetmelik ile Doğu Türkistan, teknolojinin insanlığın hizmetine değil, insanın köleleştirilmesine adandığı distopik bir modele, bir “Tekno-Totaliter” rejime dönüşmektedir. İnternet, özgürlük alanı olmaktan çıkıp, devletin her şeyi gören gözü haline gelmiştir. Bu teknolojik kafes, duvarları olmayan ama kaçışın imkansız olduğu bir hapishanedir.

AÇIK HAVA HAPİSHANESİ: SINIR GÜVENLİĞİ VE SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GASPI

2025 Yönetmeliği, Doğu Türkistan’ın coğrafi izolasyonunu pekiştirmekte ve bölgeyi dış dünyadan tamamen yalıtılmış bir kara kutuya dönüştürmektedir. Madde 29, sınır bölgelerinde “insan savunması, fiziksel savunma ve teknik savunmayı” birleştiren entegre bir sınır koruma sistemi kurulmasını emretmektedir. Doğu Türkistan’ın, Orta Asya, Güney Asya ve dolayısıyla özgür dünya ile olan fiziki bağlantısı, bu madde ile adeta bir demir perde ile kapatılmaktadır. Sınır köylerinde yaşayan halk üzerinde “sınır güvenliği” bahanesiyle kurulan baskı artırılacak, sınır hattı boyunca yerleştirilen elektronik sensörler, insansız hava araçları ve devriyelerle, bölgeden kuş uçurtulmayacaktır. Amaç, sadece dışarıdan sızmaları engellemek değil, içeriden dışarıya kaçışları, yani tanıkların ve mültecilerin dünyayla buluşmasını imkansız kılmaktır.

Yönetmelik, kişilerin seyahat özgürlüğünü, “sır saklama” gerekçesiyle süresiz olarak askıya alma yetkisini idareye vermektedir. Madde 30 ve Madde 32, “sır saklama personeli” olarak tanımlanan kişilerin pasaportlarının kontrol altında tutulmasını ve yurt dışına çıkışlarının izne tabi olmasını düzenlemektedir. Ancak asıl tuzak, “ayrılma dönemi” (脱密期 – Tuomiqi) uygulamasındadır. Buna göre, hassas görevlerde bulunan kişiler (ki bu tanım Uygur entelektüelleri ve memurları için keyfi olarak genişletilebilir), işten ayrılsalar veya emekli olsalar dahi, devletin belirlediği süre boyunca (aylarca veya yıllarca) yurt dışına çıkamazlar. Bu, fiili bir rehin alma politikasıdır. Devlet, suçlarına tanıklık edebilecek herkesi, ömür boyu ülke içinde hapis tutma yetkisini kendine vermektedir.

Söz konusu kısıtlamalar sadece devlet memurları ile sınırlı kalmayacaktır. Madde 29’da ordu, gümrük ve göçmen bürosu gibi kurumların koordinasyonundan bahsedilmesi, sınırdan geçen herkesin potansiyel bir “bilgi kaçakçısı” muamelesi göreceğini işaret eder. Uygurların hacca gitmesi, eğitim için yurtdışına çıkması veya ticari seyahatleri, “devlet sırrını dışarı çıkarma riski” bahanesiyle tamamen engellenebilir. Pasaport almak, bir hak olmaktan çıkıp, sadakat testini geçenlere verilen bir imtiyaza dönüşmektedir.

Ayrıca, sınır bölgelerindeki yerleşim birimlerinin, Bingtuan (Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu) ile entegre edilmesi, bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi projesinin bir parçasıdır. Sınır güvenliği adı altında, Uygur köyleri boşaltılabilir veya askeri bölgelere dönüştürülebilir. Bu yönetmelik, sınır hattını sivillerden arındırılmış, tamamen militarize edilmiş bir tampon bölge haline getirmeyi amaçlamaktadır.

Son tahlilde, bu maddeler Doğu Türkistan’ı, girişin zor, çıkışın ise imkansız olduğu devasa bir toplama kampına dönüştürmektedir. Sınırlar, ülkeleri birbirinden ayıran çizgiler olmaktan çıkıp, halkı kendi vatanında esir tutan duvarlara dönüşmüştür.

HUKUKİ TUZAKLAR VE CEZALANDIRMA: “ÇALIŞMA SIRLARI” VE MUHBİRLİK ÖDÜLLERİ

Yönetmeliğin en sinsi ve hukuki belirlilik ilkesini ayaklar altına alan düzenlemelerinden biri, Ek Hükümler bölümündeki Madde 43 ile getirilen “Çalışma Sırları” (Gongzuo Mimi) kavramıdır. Bu madde, “devlet sırrı” seviyesinde olmayan ancak ifşa edildiğinde “kurumun işleyişine, güvenliğine veya çıkarlarına zarar verebilecek” her türlü bilginin koruma altına alınmasını öngörmektedir. Bu tanım o kadar muğlak ve geniştir ki, idarecilere sınırsız bir cezalandırma yetkisi vermektedir. Örneğin; bir fabrikadaki çalışma saatlerinin uzunluğu, bir hastanedeki hasta yoğunluğu, bir okuldaki müfredat değişikliği veya bir köydeki nüfus azalması gibi veriler, devlet sırrı olmasa bile “çalışma sırrı” sayılarak, bunları paylaşanlar cezalandırılabilecektir. Bu madde, özellikle zorla çalıştırma kamplarındaki üretim koşullarının ve tedarik zincirlerinin ifşasını engellemek için tasarlanmış özel bir hukuki tuzaktır.

Yönetmeliğin cezai sorumluluk bölümü, acımasız bir “suç ve ceza” dengesi kurmaktadır. Madde 41, sadece sırrı ifşa edeni değil, “sır saklama yönetimini ihmal eden” yöneticileri de sorumlu tutarak, kurumlar içinde bir korku hiyerarşisi yaratmaktadır. Ancak daha vahimi, Madde 36’da düzenlenen “İhbar ve Ödül” mekanizmasıdır. Yönetmelik, vatandaşları “gizlilik ihlali” şüphesi taşıyan durumları ihbar etmeye teşvik etmekte ve bunun için ödül vaat etmektedir. Bu, 1966-1976 Kültür Devrimi dönemindeki toplumsal linç kültürünün, modern hukuk diliyle yeniden hortlatılmasıdır. Para ödülü veya siyasi puan kazanmak isteyen kişiler, komşularını, meslektaşlarını veya akrabalarını asılsız suçlamalarla ihbar edebilirler. Bu madde, toplumda paranoyayı kurumsallaştırmakta, güveni yok etmekte ve herkesi potansiyel bir muhbir haline getirmektedir.

Madde 39, vatandaşlara ve kurumlara, “sır saklama personelinin kaybolması, iltica etmesi veya kaçırılması” durumunda derhal rapor verme yükümlülüğü getirmektedir. Bu madde, Çin devletinin kendi memurlarına dahi güvenmediğini itiraf etmesidir. Özellikle yurtdışına kaçma ihtimali olan kişiler, “kayıp” statüsüne düştükleri anda, aileleri ve çevreleri üzerinde büyük bir baskı kurulacak, “kaçak” kişi bulunana kadar yakınları rehine olarak tutulabilecektir. Bu, kolektif cezalandırma yönteminin dolaylı bir uygulamasıdır.

Soruşturma yetkilerinin genişletilmesi de dikkat çekicidir. Madde 35, gizlilik idaresi birimlerinin; Disiplin Teftiş Komisyonu (Parti polisi), Kamu Güvenliği (Polis), Ulusal Güvenlik (İstihbarat) ve Savcılık ile koordineli çalışmasını emreder. Bu, basit bir idari soruşturmanın anında bir terör veya casusluk soruşturmasına dönüşebileceği anlamına gelir. Doğu Türkistan’da “gizlilik ihlali” suçlamasıyla başlayan bir süreç, genellikle toplama kampı veya uzun süreli hapis cezası ile sonuçlanmaktadır. Yargı bağımsızlığının olmadığı bir ortamda, bu koordinasyon mekanizması, sanığın savunma hakkını tamamen elinden alan bir “cezalandırma makinesi” gibi işleyecektir.

Hukuki açıdan bakıldığında, bu yönetmelik “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesini ihlal etmektedir. Çünkü neyin suç (sır) olduğu önceden belli değildir; idare, işine gelmeyen her bilgiyi olay anında “sır” ilan edebilir ve kişiyi geriye dönük olarak suçlayabilir. Bu, hukukun bir baskı aracı olarak kullanıldığı “Hukuk Yoluyla Savaş” (Lawfare) stratejisinin en kaba örneğidir.

SONUÇ: SOYKIRIMIN KURUMSALLAŞMASI

26 Kasım 2025 tarihinde kabul edilen ve 2026’da yürürlüğe girecek olan bu yönetmelik, Doğu Türkistan tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayda geçmelidir. Metnin bütünü incelendiğinde, Çin yönetiminin amacının “ulusal güvenlik” değil, “hakikat karartma” olduğu şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlaşılmaktadır. Toplama kampları, zorla çalıştırma, kısırlaştırma ve kültürel imha politikaları ile uluslararası toplumun tepkisini çeken Pekin rejimi, bu yasa ile suç mahalline “girilmez” şeridi çekmekte ve delilleri karartmayı devlet politikası haline getirmektedir.

Şerkiy Türkistan (Doğu Türkistan) halkı için bu düzenleme, varoluşsal bir tehdittir. Bir milletin dili, dini ve kültürü yasaklanırken, şimdi de bu yasağın dünyaya duyurulması yasaklanmaktadır. Uygur halkı, hem fiziksel hem de dijital duvarların arkasına hapsedilmekte, sesi boğulmakta ve hafızası silinmektedir. “Devlet sırrı” denilen mefhum, Doğu Türkistan’da devletin işlediği suçların listesinden başka bir şey değildir.

Bu yönetmelik, dünya kamuoyuna ve uluslararası hukuk kurumlarına da bir meydan okumadır. Çin, “egemenlik hakkı” ve “iç hukuk” argümanlarını kullanarak, Birleşmiş Milletler Sözleşmelerini ve evrensel insan hakları normlarını Doğu Türkistan topraklarında geçersiz kıldığını ilan etmektedir. Teknoloji şirketlerinin, bu yasaya uygunluk adı altında Çin’in gözetim aygıtına vereceği destek, suça ortaklık anlamına gelecektir.

Sonuç olarak; bu belge bir yasa değil, bir “Sessizlik Fermanı”dır. Doğu Türkistanlıların gözünde bu metin, işgalcinin korkusunun ve suçluluk psikolojisinin belgesidir. Ancak tarih göstermiştir ki, hiçbir yasa hakikati sonsuza kadar hapsedemez ve hiçbir duvar bir milletin özgürlük iradesini tamamen engelleyemez. Bu analiz, karanlığın kanunlaştırılmasına karşı, hakikatin ve adaletin sesi olma çabasının bir parçasıdır.

Referanslar:

新疆维吾尔自治区第十四届人民代表大会常务委员会:《新疆维吾尔自治区保守国家秘密条例》(20251126日新疆维吾尔自治区第十四届人民代表大会常务委员会第二十五次会议通过),载《新疆日报》,20251201日,A06版。(Sincan Uygur Özerk Bölgesi 14. Halk Kongresi Daimi Komitesi. (2025, 1 Aralık). Sincan Uygur Özerk Bölgesi Devlet Sırlarını Koruma Yönetmeliği (Kabul: 26 Kasım 2025). Sincan Günlüğü (Xinjiang Daily), Sayfa A06)