Adil, Abdulhalik ve Salam Tursun, 2013 yılında Çin ile Hindistan arasındaki belirsiz sınırı geçerek Ladakh'a girdiler ve o tarihten beri gözaltında tutuluyorlar. Onlar, memleketleri Doğu Türkistan'da kaçınılmaz gördükleri tutuklamadan kaçmaya çalışıyorlardı. (Fotoğraf: Uygur Araştırmaları Merkezi)
5 Aralık 2025, Cuma
Mahkeme belgelerine göre, 12 Haziran 2013 akşamı, üç "Çinli sızmacı" (sınır ihlalcisi), Hindistan ordusu tarafından Ladakh'ın dağlık kuzey bölgesindeki ıssız ve çorak bir alan olan Sultan Chusku'da yakalandı.
Tursun ailesinin oğulları Adil (23), Abdulhalik (22) ve Salam (20), Ladakh ile sınır komşusu olan Doğu Türkistan'dan yola çıkıp, Himalayalar'ın sarp arazisini otobüsle ve yaya olarak aşarak 13 günlük zorlu bir yolculuğun ardından, sınırları belirsiz ve tartışmalı bu bölgeye varmışlardı.
Bu kişiler ordu yetkililerine; Çin makamlarının Uygur Müslümanlarına yönelik baskılarını artırması ve birkaç akrabalarının toplama kamplarına alınmasının ardından, Kaşgar şehri yakınlarındaki evlerinden kaçtıklarını söylediler.
Bilindiği üzere, geçtiğimiz on yıl boyunca Doğu Türkistan'da bir milyondan fazla Uygur, sadece camiye gittikleri veya başörtüsü taktıkları için "yeniden eğitim" adı altındaki kamplara hapsedilmiş ve işkenceye maruz kalmıştır.

Çin tarafı bunu aşırıcılıkla mücadele kapsamındaki "yasa dışı dini faaliyetlerin kontrolü" ve "mesleki eğitim ve öğretim merkezleri" olarak savunsa da, ABD dahil diğer ülkeler bu eylemlerin soykırım teşkil ettiğini belirtmiştir.
Ordunun iki aylık sorgusunun ardından kardeşler, "yasa dışı sınır geçişi" suçlamasıyla yerel polise teslim edildi. Ancak sonrasında yaşananlar, bugüne kadar devam eden bürokratik bir kabusa dönüştü.
Herhangi bir Hint dili bilmeyen bu üç adam, hukuk sistemi içinde yollarını bulmakta zorlandılar. Mahkeme tarafından atanan avukat da benzer dil engelleriyle karşılaştı. Hapishanede bir yıl geçirip, diğer mahkumlardan yerel dili biraz öğrendikten sonra ancak hakimin sorularına cevap verebilecek duruma geldiler.
Her biri 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak travmaları burada bitmedi.

Hüküm giydiklerinde zaten bir yıldır hapisteydiler ve altı ay içinde serbest kalmaları bekleniyordu. Ancak Hindistan'ın siyasi manzarası değişiyordu; Başbakan Narendra Modi liderliğindeki Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi (BJP) iktidara gelmişti.
Cezaları sona erdiğinde, yetkililer onları serbest bırakmak yerine, bir kişinin mahkemeye çıkarılmadan altı ay (ve iki yıla kadar uzatılabilen) gözaltında tutulmasına izin veren tartışmalı "Kamu Güvenliği Yasası"nı devreye soktu.
Yetkililerin sürekli yenilediği gözaltı emirlerine göre, bu üç kişi hükümetin serbest bırakma veya Çin'e sınır dışı etme kararını beklerken süresiz olarak hapiste kalacaklardı.
Tek destekçileri, mahkeme tarafından atanan ve hapishaneyi düzenli ziyaret eden heyetin bir parçası olarak onlarla tanışan avukatları Muhammed Shafi Lassu oldu. Shafi, sadece Hindistan'a yasa dışı yollardan girdikleri için bu kadar uzun süre hapiste tutulduklarına inanamıyordu.
Lassu, "Bana, [Çin'deki] toplama kamplarından birine gönderilmekten korktuklarını ve sadece kaçmak istediklerini söylediler. Hindistan'a geçtiklerini bile bilmiyorlarmış," diyor.
Son on yıldır Shafi, hiçbir ücret almadan onların serbest bırakılması için mücadele etse de, Hindistan hükümetinin tavrı değişmedi.
Bu üç kardeş birkaç kez farklı hapishanelere nakledildi ve şu anda Delhi yakınlarındaki Haryana eyaletinin Karnal şehrinde tutuluyorlar.
Shafi'nin aktardığına göre, kardeşler birbirinden ayrılmış durumda ve yakalanan militanlar ile ağır suçlardan hüküm giyenler için ayrılmış dar hücrelerde tutuluyorlar. Ayrıca, memleketlerinin soğuk iklimine alışkın oldukları için hapishane yemekleri ve Hindistan'ın kavurucu yaz sıcaklarıyla da mücadele ediyorlar.
Shafi, "Çin'in Uygurlara yönelik zulmü uluslararası alanda tanınan bir sorundur," diyor. "Bu adamlar o vahşetin kurbanlarıdır. Onlar suçlu değiller ve kimse için tehdit oluşturmuyorlar."
"Hükümetin onlara adil davranma gibi ahlaki bir yükümlülüğü var. On yıldan fazla bir süredir bu kadar sefil koşullarda yaşamayı hak edecek ne yaptılar?"
Shafi, üç kardeşin Kaşgar'da kalan ailelerinin akıbetinden habersiz olduğunu belirtiyor. Onlara sığınma hakkı verilmesi ve kesinlikle Çin'e iade edilmemeleri gerektiğine inanıyor. "Bunça yıldır çektikleri şey zalimce ve insanlık dışıdır," diyor.

"İki küçük kardeşte sağlık sorunları gelişti. Hapishane yemekleri kalitesiz — çoğunlukla mercimek — ve onlara dokunduğu için basur (hemoroid) oldular, tıbbi yardım da çok sınırlı."
Shafi, bir doktorun kardeşlerden birine ameliyat önerdiğini ancak hapishane yetkililerinin buna izin vermediğini söylüyor. Onları düzenli olarak ziyaret eden Shafi, hapishane ve tıbbi masrafları karşılamak için her ay kendi cebinden para gönderiyor.
Hapiste geçirdikleri süre boyunca üç kardeş, mahkumlarla konuşarak ve kitap-gazete okuyarak dört yerel dili ve İngilizceyi öğrendiler.

Shafi, "En büyükleri İngilizceyi çok seviyor ve benimle sık sık İngilizce konuşmaya çalışıyor, ancak gardiyanlar anlamadıkları için onu durdurup Hintçe konuşması için ısrar ediyorlar. Ben de onlara 'Serbest kaldığınızda dil öğretmeni olursunuz' diye şaka yapıyorum," diyor.
İnsan hakları grupları, Modi hükümeti altında dini azınlıkların, özellikle de Müslümanların Hindistan'da sistematik ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kaldığını belirtiyor.
Ladakh'ın 2019'a kadar parçası olduğu Hindistan yönetimindeki Keşmir'in eski üst düzey hükümet yetkilisi Latief U Zaman Deva, bu üç kişinin ayrımcılık kurbanı olduğuna inanıyor.
Deva, "Bu üç kişiyi hapsetmek yasaya aykırıdır. Bu, mevcut hükümetin belirli bir topluluğa, yani Müslümanlara nasıl davrandığını gösteren birçok örnekten biridir," diyor.
"Onlara karşı kullanılan yasa, ulus karşıtı faaliyetlere karışanlar veya ciddi suçlar işleyenler içindir; sığınma arayan mağdurlar için değil."
Shafi, onların serbest bırakılması için mücadelesini sürdüreceğini belirtiyor: "Hindistan, tarihin farklı dönemlerinde zulüm gören topluluklardan on binlerce kişiye sığınak olmuştur. Hatta zulüm gören binlerce Tibetli bugün burada yaşıyor ve sürgündeki hükümetlerini yönetiyor."
"Eğer hükümet onların burada yaşamasını istemiyorsa, serbest bırakıp onlara sığınma hakkı verebilecek bir ülkeye gitmelerine izin verebilir. Bir gün özgür olacaklarını umuyorum; bu benim hayatımın amacıdır."