Uygur Mahkemesi ve Çin’in Doğu Türkistan’daki “Soykırımı”nın Kanıtlanması

Uygur Araştırmaları Enstitüsü

8 Aralık 2025

Uygur Mahkemesi (Uyghur Tribunal); uluslararası devletler sistemi, Birleşmiş Milletler (BM) ve mevcut uluslararası adli organların, Doğu Türkistan’da yaşanan ağır insan hakları ihlallerine karşı sessiz kaldığı veya etkili önlemlerin alınmadığı tarihi bir anda, sivil toplumun adalet arayışı iradesinin bir göstergesi olarak ortaya çıktı. Londra merkezli bu bağımsız halk mahkemesi, 9 Aralık 2021 tarihinde açıkladığı nihai hüküm ile Çin hükümetinin Uygur ve diğer Türk halklarına yönelik eylemlerini hukuki bir çerçevede değerlendirerek tarihi bir karara imza attı. Bu mahkeme, devletlerin ekonomik çıkarları ve jeopolitik dengeler nedeniyle “soykırım” terimini kullanmaktan kaçındığı bir ortamda, hakikati ortaya koymak amacıyla kuruldu.[1]

Bu mahkemenin kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında verilen “bir daha asla” (tekrarlanmasın) sözünün pratikte ne kadar zayıfladığını gösteren bir ayna niteliği taşıdı. Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki politikalarının, başlangıçta zorunlu asimilasyon şeklinde başlasa da, sonrasında daha da radikalleşerek bir milletin varlığını yok etmeye yöneldiği ileri sürüldü. Uluslararası toplumun bu suçlara karşı tepkisinin yavaş ve bölünmüş olması nedeniyle, Uygur Mahkemesi bir “halk mahkemesi” olarak bu boşluğu doldurmaya çalıştı.[2]

Mahkemenin çalışma süreci; delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi ve uzman raporlarının analiz edilmesi yoluyla yürütüldü. Bu süreçte, Çin’in “yeniden eğitim” adı altında kurduğu kamplar, zorla çalıştırma sistemi ve nüfus kontrol politikaları kapsamlı bir şekilde incelendi. Mahkemenin amacı sadece suçları sıralamak değil, bu eylemlerin uluslararası hukuktaki “soykırım” ve “insanlığa karşı suçlar” kriterlerine uyup uymadığını hukuki delillerle tespit etmekti.[3]

Mahkemenin hükmü, bir devlet mahkemesinin kararı gibi icra gücüne sahip olmasa da, ahlaki ve siyasi ağırlığı son derece büyük oldu. Bu hüküm; uluslararası kamuoyunun, parlamentoların ve insan hakları örgütlerinin Çin’e yönelik tutumunu yeniden şekillendirmesine vesile oldu. Özellikle “kasıt” (intent) unsurunun kanıtlanması, Çin’in politikalarının basit bir baskı değil, bir halkı yok etme planı olduğunu ifşa etti.[4]

Bu makalede; Uygur Mahkemesi’nin kuruluş tarihi, kullandığı yöntemler, topladığı deliller ve verdiği hükmün içeriği detaylıca aydınlatılacaktır. Aynı zamanda, bu mahkemenin uluslararası siyasette yarattığı etki, Çin’in buna verdiği tepki ve Uygur halkı için ne anlama geldiği tartışılacaktır. Amaç, bu tarihi olayı kayda geçirmekle birlikte, gelecekteki adalet arayışlarına nasıl etki edeceğini analiz etmektir.

Şunu vurgulamak gerekir ki, bu mahkemenin sonucu bir son nokta değil, uluslararası toplumun harekete geçmesi için bir başlangıç noktasıdır. Mahkemenin bulgularına göre Çin’in suçları günümüzde de devam etmekte olup, bu durum küresel tepkinin acil ve koordineli olmasını gerektirmektedir. Bu makale, o tarihi hükmün yıl dönümü vesilesiyle, adalet ve hakikat arayışı sürecini yeniden hatırlamak ve geleceğe bakmak amacıyla yazılmıştır.

Son olarak, Uygur Mahkemesi’nin varlığı bile, devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmediğinin bir kanıtıdır. Eğer uluslararası mahkemeler veya devletler kendi yükümlülüklerini yerine getirmiş olsaydı, böyle bir halk mahkemesine ihtiyaç kalmazdı. Bu açıdan bakıldığında, mahkemenin hükmü uluslararası düzene yönelik bir eleştiri ve uyarı olarak tarihe geçmiştir.

Mahkemenin Ortaya Çıkışı: Boşlukta Filizlenen Adalet Mekanizması

Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki politikaları, özellikle 2014 yılında başlayan “Terörle Mücadele Sert Darbe Operasyonu” ile radikal bir değişim geçirdi. Bu politikaların amacı başlangıçta “bölücülükle mücadele” olarak adlandırılsa da, gerçekte Uygur ve diğer Müslüman halkların kimliğini yok etmeyi hedefleyen geniş kapsamlı bir baskıya dönüştü.[5] 2016 yılında Chen Quanguo’nun bölgeye parti sekreteri olarak atanmasıyla, Tibet’te denenen ağ tipi polis karakolları ve yüksek teknolojili gözetim sistemleri Doğu Türkistan’a taşınarak bölge bir açık hava hapishanesine dönüştürüldü.

2017 yılından itibaren geniş çaplı tutuklama dalgası başladı. Milyonlarca insan hiçbir yasal prosedür olmaksızın, sadece dini inançları, kültürel örf ve adetleri veya yurtdışı ile olan bağlantıları nedeniyle “mesleki eğitim merkezi” adı verilen kamplara hapsedildi.[6] Uydu görüntüleri ve tanık ifadeleri, bu kampların hacminin hızla genişlediğini ve orada insanlık dışı muamelelerin mevcut olduğunu ortaya koydu.

Ancak, bu ağır suçlara karşı uluslararası hukuk sistemi yetersiz kaldı. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Çin’in Roma Statüsü’ne taraf olmaması nedeniyle bu davayı ele alma yetkisinin bulunmadığını bildirdi. Uygurların Tacikistan ve Kamboçya gibi üye ülkelerden zorla geri gönderilmesi yoluyla mahkemenin yargı yetkisine gireceği ileri sürülmüş olsa da, mahkeme soruşturma açmayı reddetti.[7] Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi de Çin’in veto yetkisi nedeniyle felç olmuş duruma düştü. Çin, BM’nin iç yapısındaki nüfuzunu kullanarak İnsan Hakları Konseyi’ndeki tartışmaları engellemeye ve kendini aklamaya çalıştı. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ise sadece devletler arası davaları ele almakta olup, Çin’in Soykırım Sözleşmesi’nin yargı yetkisine dair maddesine şerh koyması (reservation) nedeniyle bu yol da kapalıydı.

Bu tür hukuki ve siyasi zorluklar karşısında, Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Dolkun İsa, 2020 yılı Haziran ayında ünlü İngiliz avukat Sir Geoffrey Nice QC’ye başvurarak bağımsız bir halk mahkemesi kurulmasını talep etti.[8] Daha önce Yugoslavya Mahkemesi’nde Miloseviç’i yargılayan tecrübeli bir hukukçu olan Sir Geoffrey Nice, bu talebi kabul etti ancak mahkemenin tamamen bağımsız olacağını ve sonucun önceden belirlenmeyeceğini şart koştu.

Bu mahkemenin amacı; hiçbir resmi mahkemenin incelemediği delilleri toplamak, analiz etmek ve Çin’in eylemlerinin uluslararası hukuku ihlal edip etmediğini belirlemekti. Bu, devletlerin sessizliğine ve eylemsizliğine bir cevap olarak ortaya çıktı.

Uygur Mahkemesi, 1960’lardaki Vietnam Savaşı suçlarını inceleyen Russell Mahkemesi (Russell Tribunal) geleneğini devralarak sivil toplum inisiyatifiyle kuruldu. Bu mahkeme, hiçbir hükümetin desteği olmaksızın, sadece adalet ve hakikati arama iradesiyle işe başladı. Mahkemenin kuruluşu, uluslararası toplumun dikkatini Doğu Türkistan meselesine çekmede önemli bir dönüm noktası oldu. Bu, mağdurlara başlarından geçenleri anlatacakları bir platform sağladı ve Çin’in “iç işleri” iddiasına güçlü bir darbe vurdu.

Mahkemenin Yapısı ve Çalışma Yöntemi

Uygur Mahkemesi, bir “halk mahkemesi” olması nedeniyle devlet veya uluslararası örgütler tarafından kurulmamıştır, dolayısıyla kararlarını icra edecek gücü veya cezalandırma yetkisi yoktu. Ancak meşruiyeti (legitimacy); uyguladığı şeffaf ve adil prosedürlerden, delillere yönelik katı taleplerinden ve heyet üyelerinin tarafsızlığından gelmekteydi. Mahkeme heyeti; hukukçu, akademisyen, doktor ve diğer alanlardaki uzmanlardan oluşmuş olup, bir jüri gibi rol oynadılar.

Mahkemenin çalışmaları 2020 yılı Eylül ayında resmen başladı. Mahkeme Londra’da üç kez (Haziran, Eylül ve Kasım 2021) halka açık tanıklık duruşması düzenledi. Bu duruşmalarda onlarca kamp tanığı, uzman ve araştırmacı bizzat veya internet üzerinden ifade verdi.[9] Mahkeme süreci internetten canlı yayınlanarak tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirildi.

Mahkemenin delil toplama mekanizması son derece kapsamlıydı. Birincisi, kamptan kurtulanların doğrudan tanıklığı dinlendi. Onlar kamptaki işkence, cinsel şiddet ve zorla ilaç verme gibi eylemleri detaylıca anlattılar. İkincisi; Adrian Zenz, James Millward gibi tanınmış uzmanlar Çin’in hükümet belgelerini, istatistiksel verilerini ve uydu görüntülerini analiz ederek mahkemeye sundu. Özellikle “Sincan Polis Dosyaları” (Xinjiang Police Files) ve “Çin Kabloları” (China Cables) gibi sızdırılan gizli belgeler, Çin’in niyetini kanıtlamada belirleyici rol oynadı.

Mahkeme, adalet prensibi gereği, Çin hükümetini de mahkemeye katılmaya ve kendini savunmaya defalarca davet etti. Fakat Çin hükümeti bu davetlere cevap vermedi, aksine mahkemeyi “sahte” ve “siyasi oyun” olarak suçlayıp, mahkeme organizatörleri ve tanıklarına karşı yaptırım kararları uyguladı.[10] Çin’in katılmamasına rağmen, mahkeme heyeti Çin’in açıkça yayınladığı beyaz kitapları ve beyanatlarını da delil olarak değerlendirip, mümkün olduğunca dengeyi korumaya çalıştı.

Mahkemenin kullandığı ispat standardı, en yüksek derecedeki “makul şüphenin ötesinde” (beyond reasonable doubt) olma ilkesiydi.[11] Her ne kadar bir halk mahkemesi olsa da, tıpkı bir ceza mahkemesi gibi katı standartlar uyguladı. Bu demek oluyor ki; sadece ihtimal veya şüpheyle hüküm verilmez, aksine delillerin kesin ve güvenilir olması gerekir.

Bu mahkemenin bir diğer özelliği de tüm delil ve ispatları kamuya açık hale getirmesiydi. Mahkemenin web sitesinde yüz binlerce sayfalık belge, tanık ifadeleri ve uzman raporları yayınlandı. Bu, gelecekteki araştırmacılar ve hukukçular için kıymetli bir arşiv oluşturdu. Özetle; Uygur Mahkemesi’nin yapısı ve çalışma yöntemi, uluslararası hukukun boşluğunu doldurmak, hakikati bilimsel ve hukuki yöntemle ortaya koymak ve tarihi bir kayıt bırakmak açısından son derece önemli bir yere sahiptir. Dünyaya şunu gösterdi ki; eğer devletler adaleti tesis edemezse, halk adaleti kendisi arar.

Mahkemenin Çin Politikalarına Yönelik Değerlendirmesi

Uygur Mahkemesi (Uyghur Tribunal), Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını geniş çapta inceleyerek, bu politikaların basit bir insan hakları ihlali değil, sistematik olarak planlanmış ve üst kademeden emredilmiş hareketler olduğunu ortaya koydu. Mahkemenin değerlendirmesine göre bu politikalar; nüfus kontrolü, kitlesel tutuklama, zorla çalıştırma ve kültürü yok etme gibi bir dizi suç eylemini içermektedir.

Doğum kontrol politikası, mahkemenin dikkatini en çok çeken noktalardan biri oldu. Mahkemenin bulgularına göre Çin hükümeti, Uygur kadınlarına zorla doğum kontrol cihazı (RİA) taktırma, zorla kürtaj ve kısırlaştırma (sterilization) gibi tedbirleri geniş çapta uygulamıştır.[12] İstatistiksel verilere göre, 2015-2018 yılları arasında Uygurların yoğun yaşadığı Hotan ve Kaşgar gibi yerlerde doğum oranı %70’ten fazla düşmüştür. 2018 yılında Doğu Türkistan’da RİA taktırma oranı, Çin’in diğer bölgelerine kıyasla son derece yüksek olmuştur. Mahkeme bu eylemleri, Uygur nüfusunun gelecekteki artışını engelleme ve onları biyolojik olarak yok etme niyetinin ifadesi olarak değerlendirdi.[13]

Kitlesel tutuklama ve kamp sistemi, mahkemenin bir diğer önemli inceleme noktasıydı. Tanıkların beyanları ve sızdırılan belgeler şunu gösterdi ki; milyonlarca Uygur ve diğer Türk halkları hiçbir cezai sebep olmaksızın, sadece milli ve dini kimlikleri nedeniyle tutuklanıp, sözde “mesleki eğitim merkezleri”ne hapsedilmiştir.[14] Bu kamplarda tutuklular ağır fiziksel ve psikolojik işkencelere, özellikle “kaplan sandalyesi”ne (tiger chair) oturtma, elektrikli copla dövme, uykusuz bırakma ve hücre hapsi gibi muamelelere maruz kalmıştır. Mahkeme ayrıca kamplarda kadınlara yönelik sistematik tecavüz ve cinsel şiddet eylemlerinin yaşandığını kanıtladı.[15]

Zorla çalıştırma meselesi de mahkemenin değerlendirmesinde önemli bir yer tuttu. Sheffield Hallam Üniversitesi’nin raporları ve diğer uzmanların ispatlarına dayanarak; Çin hükümetinin “yoksulluktan kurtarma” ve “işçi transferi” adı altında, Uygurları kendi yurtlarından veya kampların içindeki fabrikalardan Çin’in iç eyaletlerine ve bölgedeki sanayi bölgelerine zorla transfer ettiği belirlendi.[16] Bu sistem; alüminyum, çelik, batarya, tekstil ve elektronik ürünleri gibi pek çok sektörün tedarik zincirine sızmış olup, küresel markaları da bu suça ortak olma riskiyle karşı karşıya bırakmıştır. Mahkeme bunu modern köleliğin bir biçimi olarak değerlendirdi.[17]

Kültür ve dini yok etme politikaları da mahkeme tarafından teyit edildi. Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan’daki yaklaşık 16.000 caminin (%65) tahrip edildiğini veya zarar gördüğünü gösterdi.[18] Bunun dışında; Uygurca eğitimin yasaklanması, dini faaliyetlerin suç sayılması ve çocukların ailelerinden koparılarak devlet kontrolündeki yatılı okullara yerleştirilmesi gibi eylemler, Uygur kültürü ve kimliğini kökünden kazıma girişimi olarak değerlendirildi.

Nihai Karar (2021): Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar

9 Aralık 2021 tarihinde Uygur Mahkemesi (Uyghur Tribunal), dünyanın dikkatini çeken tarihi hükmünü açıkladı. Mahkeme Başkanı Sir Geoffrey Nice QC’nin okuduğu bu karar metni, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (PRC) Uygur ve diğer Türk halklarına yönelik eylemlerini “Soykırım” (Genocide) ve “İnsanlığa Karşı Suç” (Crimes Against Humanity) olarak tanımladı. Bu hüküm, uluslararası hukuk standartlarına göre verilmiş olup, “makul şüphenin ötesinde” (beyond reasonable doubt) olma standardında kanıtlandı.[19]

Mahkemenin soykırım hükmü, esas olarak 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin 2(d) maddesine, yani “grup içinde doğumları engellemeye yönelik tedbirleri dayatmak” ilkesine dayanıyordu.[20] Mahkeme heyeti; Çin’in Uygur kadınlarına yönelik zorla kısırlaştırma, zorla kürtaj ve RİA taktırma politikalarının, Uygur nüfusunu gelecekte belirgin şekilde azaltma ve kısmen yok etme niyetiyle yürütüldüğünü kesinleştirdi. Mahkeme, her ne kadar kitlesel öldürme (mass killing) delilleri bulunmamış olsa da, doğumları engelleyerek bir milletin devamlılığını kesip atma eyleminin tek başına soykırımı oluşturduğunu vurguladı.

Bunun dışında mahkeme, Çin’in aşağıdaki eylemler yoluyla “İnsanlığa Karşı Suç” işlediğine hükmetti:

  • İşkence (Torture): Kamplarda ve gözaltı merkezlerinde sistematik işkencelerin uygulandığı.
  • Tecavüz ve Cinsel Şiddet: Kadın tutuklulara yönelik cinsel aşağılama ve şiddet eylemlerinin gerçekleştiği.
  • Zorla Nakil (Deportation or forcible transfer): İnsanların kendi yerlerinden zorla göç ettirilmesi ve çalıştırılması.
  • Özgürlükten Yoksun Bırakma: Milyonlarca insanın hiçbir hukuki dayanak olmaksızın hapsedilmesi.
  • Zulüm (Persecution): Dini ve milli kimliği nedeniyle sistematik ayrımcılık ve baskı.
  • Zorla Kaybetme (Enforced disappearance): Birçok kişinin izinin kaybettirilmesi.

Mahkeme ayrıca bu suçların sorumluluğunu doğrudan Çin Komünist Partisi’nin üst kademesine, özellikle Devlet Başkanı Şi Cinping ve Doğu Türkistan Parti Sekreteri Chen Quanguo gibi isimlere yükledi.[21] Sızdırılan “Sincan Belgeleri” ve diğer iç materyaller, bu politikaların yerel yetkililerin keyfiyeti değil, merkezi hükümetin doğrudan planlaması ve emriyle icra edildiğini kanıtladı. Mahkemenin kararında; Çin’in hareketlerinin bir kısmının (örneğin sözde “terörle mücadele”) devlet güvenliğini bahane ettiği, ancak bu tedbirlerin geniş çaplı ve sistematik olarak bütün bir milleti hedef aldığı, dolayısıyla hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığı vurgulandı.

Bu hüküm; dünyadaki çeşitli hükümetler, parlamentolar ve şirketler için hukuki ve ahlaki bir standart belirledi. Mahkemenin icra gücü olmasa da, çıkardığı sonuç uluslararası toplumun Çin’e olan tutumunu değiştirmesi ve daha somut tedbirler alması yönünde baskı oluşturdu. Bu karar, Uygurların çektiği acıların uluslararası sahnede resmen tanınması anlamına geldi.

Mahkemenin Uygur Halkı İçin Önemi ve Etkisi

Uygur Mahkemesi’nin (Uyghur Tribunal) kuruluşu ve verdiği hüküm, Uygur halkı için, özellikle diasporadaki Uygurlar için son derece derin tarihi ve psikolojik bir öneme sahip oldu. Bu mahkeme, Uygurların yıllardır çekmekte olduğu acıların uluslararası bağımsız bir organ tarafından resmen “suç” olarak tanınması olup, Uygur davasında bir dönüm noktası sayıldı.

Birincisi; mahkemenin kararı, delillerin resmileşmesi ve tarihi kayıt bırakma açısından önemli rol oynadı. Mahkeme sürecinde toplanan yüz binlerce sayfalık belge, yüzlerce saatlik tanık ifadeleri ve uzman analizleri, gelecekteki hukuki süreçler ve tarih araştırmaları için kıymetli bir arşive dönüştü. Çin hükümetinin inkar etme ve gizleme girişimlerine karşı, bu arşiv hakikatin kaybolmamasını garanti altına aldı. Gelecek nesiller için bu mahkeme, bugün yaşanan faciaların en güvenilir kanıtı olarak kalacaktır.

İkincisi; diaspora psikolojisi, adalet, tanınma ve kolektif hafıza açısından bakıldığında, bu mahkeme kamp tanıkları ve mağdur aileleri için bir tür manevi teselli sağladı. Uzun yıllardır “yalancı”, “terörist” olarak görülen insanlar, dünyanın gözü önünde kendi yaşadıklarını anlatma fırsatı buldu ve sözlerinin doğruluğu “makul şüphenin ötesinde” bir şekilde kanıtlandı. Bu, onların insanlık onurunun iadesi ve acılarının dünya tarafından tanınması demekti.

Üçüncüsü; bu hüküm güçlü bir siyasi etki yarattı. Mahkemenin “soykırım” kararı; İngiltere, Kanada, Hollanda ve Litvanya gibi ülkelerin parlamentolarında benzer içerikli kararların kabul edilmesine vesile oldu.[22] Aynı zamanda, ABD hükümetinin “Uygur Zorla Çalıştırmayı Önleme Yasası”nı (UFLPA) yürürlüğe koymasında ve Avrupa Birliği’nin zorla çalıştırma ürünlerini yasaklama kanununu hazırlamasında, mahkemenin sağladığı delil ve ispatlar önemli bir dayanak oldu. Bu, meselenin sadece insan hakları çerçevesinde kalmayıp, uluslararası ticaret ve tedarik zincirini de etkileyen ekonomik bir meseleye dönüştüğünü gösterdi.

Dördüncüsü; Çin’in tepkisi, mahkemenin etkisinin geri çevrilemez olduğunu kanıtladı. Çin’in mahkemeyi “siyasi oyun” olarak suçlaması, tanıklara saldırması ve mahkeme üyelerine ambargo uygulaması; aslında Çin’in bu hükümden ne kadar rahatsız olduğunu ve mahkemenin Çin’in uluslararası imajına ne kadar zarar verdiğini gösterdi. Çin’in böyle sert tepki vermesi, mahkemenin amacına ulaştığının bir göstergesiydi.

Özetle; Uygur Mahkemesi Uygur halkı için sadece hukuki bir karar olmakla kalmayıp, aynı zamanda umut, hakikat ve adaletin sembolü haline geldi. Dünyaya şunu ilan etti ki; zulüm ne kadar güçlü olursa olsun, hakikat gizlenemez ve halkın adalet talebi susturulamaz.

Mahkemeye Yönelik Eleştiriler ve Kısıtlamalar

Uygur Mahkemesi’nin (Uyghur Tribunal) tarihi önemi ve etkisi büyük olsa da, doğası ve yetki alanından kaynaklanan bazı kısıtlamalar ve eleştiriler de mevcuttur. Bunları anlamak, mahkemenin uluslararası sistemdeki yerini doğru değerlendirmeye yardımcı olur.

Birincisi ve en büyük kısıtlama, hukuki icra gücünün yokluğudur. Uygur Mahkemesi bir “halk mahkemesi” olması hasebiyle, herhangi bir devletin veya uluslararası örgütün desteği altında kurulmamıştır. Dolayısıyla, verdiği hükmün devletleri harekete geçirme veya sorumluları cezalandırma (örneğin tutuklama veya para cezası kesme) gücü yoktur. Çin hükümeti bu noktadan faydalanarak, mahkemeyi “yasadışı” ve “hükümsüz” olarak reddetmeye çalıştı. Bu durum, mahkeme kararının somut sonuca dönüşmesi için başka devletlerin ve uluslararası organların siyasi iradesine dayanmasını beraberinde getirdi.

İkincisi, siyasi etki ve uluslararası tepkinin sınırlılığı meselesidir. Her ne kadar mahkemenin kararı birçok ülkede yankı uyandırsa ve bazı parlamentoların “soykırım” kararını kabul etmesine vesile olsa da, hükümet düzeyinde (örneğin İngiltere hükümeti) resmi tanıma henüz gerçekleşmedi. Birçok ülke, Çin ile olan ekonomik ve diplomatik ilişkileri göz önünde bulundurarak, mahkemenin hükmüne dayanarak Çin’e karşı kesin tedbirler almaktan kaçındı. Bu, ekonomik çıkarın insan haklarından üstün tutulduğu “Realpolitik”in bir yansıması olup, mahkemenin etkisini belli ölçüde kısıtladı.

Üçüncüsü, gelecekteki belirsizlikler mevcuttur. Mahkeme çalışmalarını tamamlamış olsa da, yeni ortaya çıkan delillerin ve tanıkların nasıl değerlendirileceği, toplanan devasa arşivin nasıl korunacağı ve bundan gelecekte nasıl faydalanılacağı gibi meseleler çözüm beklemektedir. Ayrıca, Çin’in sürekli olarak uluslararası kamuoyunu manipüle etmeye ve mahkemenin itibarını zedelemeye çalışması, bu hükmün uzun vadeli etkisine karşı bir tehdit oluşturabilir.

Dördüncüsü, mahkemenin “soykırım” hükmüne yönelik bazı ihtilaflar da vardır. Mahkeme heyeti doğum kontrol tedbirlerini esas alarak soykırım hükmü vermiş olsa da, bazı hukukçular ve örgütler (örneğin Human Rights Watch ve Amnesty International), “soykırım niyeti”ni (genocidal intent) kanıtlamanın son derece zor olduğu gerekçesiyle “insanlığa karşı suç” terimini kullanmanın daha uygun olduğunu düşündüler. Bu tür farklılıklar, uluslararası toplumun ortak bir tepki vermesine az da olsa etki etti.[23]

Yine de bu kısıtlamalar, mahkemenin tarihi başarısını yok sayamaz. Uygur Mahkemesi; uluslararası hukukun zayıflığını doldurmak, hakikati kayda geçirmek ve dünyanın vicdanını uyandırmak konusunda yeri doldurulamaz bir rol oynadı. Varlığı bile, adaletsizliğe karşı sivil toplumun gücünü ortaya koydu.

Uygur Mahkemesi Kararının Ardından: Doğu Türkistan Davası İçin Yeni Stratejiler ve Gelecek Vizyonu

Uygur Mahkemesi’nin Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını “Soykırım” ve “İnsanlığa Karşı Suç” olarak tescil eden nihai hükmü, Uygur davasını bir mağduriyet anlatısından, hukuki meşruiyeti olan bir adalet arayışına evrilten stratejik bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Bu karar, bir son değil, mücadelenin yeni ve daha somut bir evresinin başlangıcıdır. Bu bağlamda, bu tarihi kararı pasif bir ahlaki zafer olarak değil, Çin rejimini uluslararası alanda sorumlu tutacak keskin bir hukuki ve siyasi araca dönüştürmek, Uygur diasporası ve ilgili teşkilatlar için temel stratejik hedef olarak belirginleşmektedir.

Bu hukuki zemin üzerinde, Doğu Türkistan’daki Uygurlar ve diğer azınlıklar için uluslararası koruma talebi, meşru bir haktan öte, uluslararası toplum için ahlaki ve yasal bir zorunluluk düzlemine oturmuştur. Mahkemenin bulguları, 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin taraf devletlere yüklediği “önleme” sorumluluğunu ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen “Koruma Sorumluluğu” (Responsibility to Protect – R2P) doktrinini doğrudan ilgilendirmektedir. Bir devletin kendi halkına karşı bu en ağır suçları işlediği kanıtlandığında, uluslararası toplumun o halkı koruma yükümlülüğü doğmaktadır. Dolayısıyla, bu karar temel alınarak BM mekanizmaları ve ulusal hükümetler nezdinde, Doğu Türkistan halkının güvenliğini sağlayacak somut koruma mekanizmalarının talep edilmesi, uluslararası hukuk normları açısından bir gereklilik halini almıştır.

Adalet arayışının, faillerin bireysel olarak sorumlu tutulmasıyla somutlaşması beklenmektedir. Çin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımaması bir engel teşkil etse de, “evrensel yargı yetkisi” ilkesi alternatif bir yol sunmaktadır. Uygur teşkilatlarının, Mahkemenin titizlikle topladığı delil dosyalarını kullanarak, Şi Cinping ve Chen Quanguo gibi üst düzey yetkililer hakkında bu ilkeyi tanıyan ülkelerde ceza davaları açması, izlenmesi gereken etkili bir hukuki yol olarak değerlendirilmektedir. Bu tür davaların, sorumluların uluslararası alandaki hareket serbestisini kısıtlayacağı ve üzerlerindeki siyasi baskıyı artıracağı öngörülmektedir. Buna paralel olarak, zorla çalıştırma sisteminden ekonomik çıkar sağlayan Çinli ve uluslararası şirketlere karşı, ABD ve Avrupa’daki mahkemelerde tazminat davaları açılarak suçun ekonomik bedelinin gündeme getirilmesi de önemli bir strateji olarak görülmektedir.

Hukuki mücadelenin, siyasi ve diplomatik eylemlerle desteklenmesi sürecin tamamlayıcı unsuru olacaktır. Mahkemenin kararı, “soykırım” tanımını kullanmaktan çekinen hükümetler üzerindeki baskıyı artırmak için güçlü bir argüman sunmaktadır. Parlamentolar düzeyinde alınan kararların, yürütme organlarının resmi politikası haline gelmesi yönünde teşvik edilmesi önem arz etmektedir. Bu resmi tanımanın; Magnitsky Yasası benzeri yaptırımların genişletilmesi, suç ortaklığı yapan teknoloji şirketlerinin kara listeye alınması ve Çin’in uluslararası kurumlardaki nüfuzunun sınırlandırılması gibi somut adımların önünü açması muhtemeldir. Aynı zamanda, diasporadaki Uygurların sığınma taleplerinin “geri gönderilmeme” (non-refoulement) ilkesi çerçevesinde derhal kabul edilmesi ve onlara özel bir koruma statüsü tanınması için bu kararın emsal teşkil etmesi beklenmektedir.

Son olarak, soykırımın ekonomik kaynaklarının kurutulması gerekliliği stratejik bir öncelik olarak durmaktadır. ABD’nin “Uygur Zorla Çalıştırmayı Önleme Yasası” (UFLPA) modelinin küresel ölçekte yaygınlaştırılması ve Avrupa Birliği başta olmak üzere tüm demokratik ülkelerde benzer yasaların çıkarılması için lobi faaliyetlerinin yoğunlaştırılması elzem görülmektedir. Ayrıca, üniversiteler, emeklilik fonları ve yatırım şirketlerinin Doğu Türkistan’daki baskı mekanizmalarına ortak olan şirketlerdeki yatırımlarını çekmeleri için küresel bir “divestment” kampanyasının başlatılması, ekonomik baskı unsuru olarak masada durmaktadır. Uygur Mahkemesi’nin hükmü, bu tür ekonomik ilişkilerin artık sadece etik bir sorun değil, aynı zamanda uluslararası bir suça ortaklık anlamına geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu bütüncül adımların, mahkemenin kararını tarihi bir belge olmaktan çıkarıp, Doğu Türkistan halkı için adalet ve özgürlüğü getirecek canlı bir yol haritasına dönüştürmesi hedeflenmektedir.

Sonuç: Uygur Mahkemesi’nin Kalıcı Önemi

Uygur Mahkemesi’nin (Uyghur Tribunal) kuruluşu ve verdiği hüküm, insanlık tarihindeki adalet arayışı mücadelesinin parlak bir sayfası olarak kayda geçti. Yıl dönümü vesilesiyle bu sürece tekrar baktığımızda, bu mahkemenin sadece hukuki bir tartışma platformu değil, aynı zamanda uluslararası toplumun vicdanını sınayan bir terazi olduğunu görüyoruz.

Bu mahkeme, insanlığın vicdanında önemli bir yer edindi. Devletler ve uluslararası örgütler siyasi ve ekonomik çıkarlar nedeniyle sessiz kalırken; bir grup hukukçu, akademisyen ve sivil toplum temsilcisi ortaya çıkarak “hakikati söyleme” yükümlülüğünü yerine getirdi. Bu, zulme uğrayan halklar için umut ışığı yakarken, zalimler için hesap sorulacak günün geleceğini hatırlatan bir sinyal oldu.

Mahkeme, Uygurların hak arama yollarını genişletti. Eskiden sadece siyasi propaganda veya insan hakları raporları yoluyla anlatılan Uygur meselesi, artık hukuki delillere dayanan, mahkeme hükmüyle onaylanan bir “soykırım” davasına dönüştü. Bu, Uygur diasporasının gelecekteki faaliyetleri için sağlam bir hukuki ve ahlaki temel oluşturdu.

Uluslararası hukukun eksikliğini tamamlamada sivil toplumun rolünü ortaya koydu. Devletler arası sistemin (örneğin BM) yapısal zayıflıkları nedeniyle hareket edemediği yerde, halk mahkemesi modelinin nasıl hakikati ifşa edip küresel kamuoyunu şekillendirebileceğini kanıtladı. Bu, gelecekte yaşanması muhtemel diğer insanlığa karşı suçları ele almak için de bir örnek teşkil etti.

Bu kararı hatırlamanın siyasi ve ahlaki değeri son derece büyüktür. Bu bize şunu hatırlatır: Mahkemenin hükmü bir son değil, eylemin başlangıcıdır. Çin’in Doğu Türkistan’daki politikaları henüz değişmedi, milyonlarca insanın acısı henüz dinmedi. Bu nedenle, Uygur Mahkemesi’nin verdiği hüküm; dünya liderlerini, şirketleri ve her bir vicdanlı insanı sürekli harekete çağıran bir çağrı olarak kalacaktır.

Sonuç olarak; Uygur Mahkemesi tarihe “sessizliği bozan mahkeme” olarak yazıldı. Verdiği hüküm, sadece kağıt üzerindeki sözler değil, insanlığın ortak değerlerini koruma yolundaki bir meşaledir.

Notlar:

[1]    Uyghur Tribunal, Uyghur Tribunal Judgment, delivered by Sir Geoffrey Nice QC (London: Uyghur Tribunal, 2021), 1-2.

[2]    House of Commons Library, The Uyghur Tribunal, Debate Pack CDP 2022-0009 (London: UK Parliament, 2022), 2.

[3]    Newlines Institute for Strategy and Policy, The Uyghur Genocide: An Examination of China’s Breaches of the 1948 Genocide Convention (Washington, D.C.: Newlines Institute, 2021), 2.

[4]    Uyghur Tribunal, Judgment, 2.

[5]    Human Rights Watch, Break Their Lineage, Break Their Roots”: China’s Crimes against Humanity Targeting Uyghurs and Other Turkic Muslims (New York: Human Rights Watch, 2021), 1.

[6]    United States Holocaust Memorial Museum, To Make Us Slowly Disappear”: The Chinese Government’s Assault on the Uyghurs (Washington, D.C.: Simon-Skjodt Center for the Prevention of Genocide, 2021), 2.

[7]    Uyghur Tribunal, Judgment, 1.

[8]    House of Commons Library, The Uyghur Tribunal, 2.

[9]    House of Commons Library, The Uyghur Tribunal, 2-3.

[10] United States Holocaust Memorial Museum, To Make Us Slowly Disappear, 59.

[11] Uyghur Tribunal, Judgment, 1.

[12] Newlines Institute, The Uyghur Genocide, 3.

[13] Uyghur Tribunal, Judgment, 5.

[14] Office of the United Nations High Commissioner for Human Rights, OHCHR Assessment of human rights concerns in the Xinjiang Uyghur Autonomous Region, People’s Republic of China (Geneva: OHCHR, 2022), 12.

[15] OHCHR, Assessment, 21-25.

[16] Laura Murphy et al., Driving Force: Automotive Supply Chains and Forced Labor in the Uyghur Region (Sheffield: Sheffield Hallam University Helena Kennedy Centre for International Justice, 2022), 1-2.

[17] Murphy et al., Driving Force, 1-2.

[18] Human Rights Watch, Break Their Lineage, 2.

[19] Uyghur Tribunal, Judgment, 1.

[20] Newlines Institute, The Uyghur Genocide, 2.

[21] Uyghur Tribunal, Judgment, 49.

[22] House of Commons Library, The Uyghur Tribunal, 2.

[23] Human Rights Watch, Break Their Lineage, 1.

Kaynaklar:

  • House of Commons Library. The Uyghur Tribunal. Debate Pack CDP 2022-0009. London: UK Parliament, 2022.
  • Human Rights Watch. Break Their Lineage, Break Their Roots”: China’s Crimes against Humanity Targeting Uyghurs and Other Turkic Muslims. New York: Human Rights Watch, 2021.
  • Murphy, Laura, Kendyl Salcito, Yalkun Uluyol, and Mia Rabkin. Driving Force: Automotive Supply Chains and Forced Labor in the Uyghur Region. Sheffield: Sheffield Hallam University Helena Kennedy Centre for International Justice, rev. July 2025.
  • Newlines Institute for Strategy and Policy. The Uyghur Genocide: An Examination of China’s Breaches of the 1948 Genocide Convention. Washington, D.C.: Newlines Institute, 2021.
  • Office of the United Nations High Commissioner for Human Rights. OHCHR Assessment of human rights concerns in the Xinjiang Uyghur Autonomous Region, People’s Republic of China. Geneva: OHCHR, 2022.
  • United States Holocaust Memorial Museum. To Make Us Slowly Disappear”: The Chinese Government’s Assault on the Uyghurs. Washington, D.C.: Simon-Skjodt Center for the Prevention of Genocide, 2021.
  • Uyghur Tribunal. Uyghur Tribunal Judgment. Delivered by Sir Geoffrey Nice QC. London: Uyghur Tribunal, 2021.
  •