Bugün, 29 Mayıs’ta, New York Times, Der Spiegel ve Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) gibi dünyanın önde gelen medya kuruluşları, Çin’in Doğu Türkistan’daki zorunlu çalıştırma politikalarına dair kapsamlı, detaylı ve somut kanıtlarla desteklenmiş yeni raporlar yayımladı. Bu son gelişmeler, Doğu Türkistan’daki Uygurların ve diğer Türki Müslüman azınlıkların maruz kaldığı zorla çalıştırma meselesinin sadece süregiden bir sorun olmadığını, aynı zamanda sürekli olarak yeni boyutlar kazanarak daha da derinleştiğini ortaya koyan raporların üzerine inşa edilmektedir. Bu birleşik raporlar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin uzun yıllardır sistematik bir şekilde inkâr ettiği bu insanlık dışı uygulamaların, artık yadsınamaz kanıtlarla belgelendiğini ve meselenin sadece bölgesel bir sorun olmanın ötesine geçerek küresel tedarik zincirleri, uluslararası hukuk ve evrensel insan hakları normları açısından acil müdahale gerektiren bir krize dönüştüğünü bir kez daha teyit etmektedir.
Yeni raporlar, Uygur işçilerin Doğu Türkistan içindeki ve Çin’in diğer eyaletlerindeki fabrikalara transferinin, basit bir iş gücü yönlendirmesi olmadığını, aksine devlet tarafından titizlikle planlanmış, organize edilmiş ve geniş ölçekte uygulanan bir politika olduğunu ortaya koymaktadır. Bu transferlerin kitlesel niteliği, N-TV’nin on binlerce Uygur’un çalışmak üzere gönderildiğini belirttiği daha önceki raporlarıyla da örtüşmektedir. Bu sürecin ardındaki asıl motivasyonun ekonomik kalkınmadan ziyade, Uygurların kültürel kimliklerini aşındırmak, dini pratiklerini ortadan kaldırmak, aile bağlarını zayıflatmak ve onları Çin Komünist Partisi’nin ideolojisine sadık, asimile edilmiş bireyler haline getirmek olduğu güçlü bir şekilde iddia edilmektedir. Bu “emek transferleri”, genellikle bireylerin rızası dışında, çeşitli baskılar, tehditler, aldatmacalar ve hatta aile üyelerinin “eğitim kampları”nda tutulması gibi cezalandırıcı yöntemlerle gerçekleştirilmekte, “eğitim kampları”ndan doğrudan fabrikalara geçişler sıkça rapor edilmektedir. Çin hükümeti, bu programları ısrarla “yoksullukla mücadele” ve “mesleki eğitim” kisvesi altında sunmaktadır. Ancak, bağımsız araştırmalar ve tanık ifadeleri, bu söylemin gerçeği yansıtmadığını, aksine Uygurların kendi topraklarından, geleneksel yaşam biçimlerinden koparılarak, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmaya zorlandığını göstermektedir. “Mesleki eğitim” adı altında verilen derslerin çoğunlukla ideolojik beyin yıkama ve Mandarin Çincesi öğretimi üzerine yoğunlaştığı, gerçek mesleki beceri kazandırmaktan uzak olduğu belirtilmektedir. Bu durum, programların asıl amacının Uygur toplumunun sosyo-kültürel yapısını temelden değiştirmek ve bir nevi kültürel soykırım uygulamak olduğunu düşündürmektedir.
Raporlarda detaylandırılan çalışma koşulları, uluslararası çalışma standartlarının fersah fersah gerisindedir. New York Times’ın video materyalleri ve diğer tanıklıklar, Uygur işçilerin genellikle aşırı uzun mesai saatlerine, insanlık dışı düşük ücretlere, sağlıksız ve güvensiz çalışma ortamlarına maruz kaldığını doğrulamaktadır. Fabrikalar ve işçi yurtları, sıkı bir gözetim ve kontrol ağıyla çevrilidir; hareket özgürlüğü, iletişim kurma (özellikle dış dünya ve aileleriyle), dini ibadetlerini yerine getirme ve kendi ana dillerini konuşma gibi en temel haklar dahi kısıtlanmakta veya tamamen engellenmektedir. Bu durum, işçiler üzerinde ağır bir psikolojik baskı yaratmakta, onları çaresizliğe ve umutsuzluğa sürüklemektedir. Çin devletinin Doğu Türkistan’da kurduğu ve giderek Çin’in iç bölgelerindeki Uygur işçilerin çalıştığı fabrikalara da taşıdığı ileri teknoloji gözetim sistemleri – yüz tanıma kameraları, GPS takibi, zorunlu mobil uygulamalar ve biyometrik veri toplama gibi yöntemler – bu baskının bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. İşçilerin her adımı izlenmekte, en ufak bir “itaatsizlik” veya “şüpheli” davranış ağır cezalara yol açabilmektedir. Bu dijital totalitarizm, bireylerin özel hayatlarını tamamen ortadan kaldırmakta ve sürekli bir korku iklimi yaratmaktadır.
Uygur zorunlu emeği, başlangıçta daha çok Doğu Türkistan’ın ana üretim alanı olan pamuk ve tekstil sektörüyle ilişkilendirilmiş olsa da, son raporlar – özellikle New York Times’ın deniz ürünleri tedarik zincirindeki zorla çalıştırma iddialarını ortaya koyan (kaynakta 29 Mayıs 2025 olarak belirtilen) raporu – bu sorunun çok daha geniş bir yelpazeye yayıldığını göstermektedir. Otomotiv parçaları, elektronik bileşenler, güneş panelleri ve hatta gıda işleme gibi farklı sektörlerde de benzer uygulamaların olabileceğine dair ciddi endişeler doğmaktadır. The Bureau of Investigative Journalism’in (kaynakta 29 Mayıs 2025 olarak belirtilen) “Çin ekonomisi Uygur zorunlu emeği üzerine kurulu” başlıklı raporu, bu sorunun Çin ekonomisindeki genel yaygınlığını ve uluslararası markaların tedarik zincirlerinin bu insan hakları ihlallerine ne denli bulaşmış olabileceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu durum, küresel markaların ve tüketicilerin, farkında olmadan bu insan hakları ihlallerine ortak olma riskini artırmaktadır. Birçok uluslararası şirket, tedarik zincirlerinde zorla çalıştırma olmadığını iddia etmekte veya bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını belirtmektedir. Ancak, Çin’deki bağımsız denetim mekanizmalarının devlet kontrolü altında olması, şeffaflığın bulunmaması ve tanıkların konuşmaktan korkması gibi nedenlerle güvenilir bir denetim yapmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. ABD’nin Uygur Zorla Çalıştırmayı Önleme Yasası (UFLPA) gibi düzenlemeler, şirketlere ispat yükümlülüğü getirerek, ürünlerinin zorla çalıştırma olmadan üretildiğini kanıtlamalarını zorunlu kılmaktadır. Ancak, bu tür yasal düzenlemelerin küresel ölçekte yaygınlaşması ve etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti hükümeti, kurulduğu günden bu yana Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine dair tüm iddiaları “Batılı güçlerin Çin’in iç işlerine müdahalesi” ve “terörle mücadele çabalarını karalama kampanyası” olarak nitelendirerek sistematik bir şekilde inkâr etmektedir. Pekin yönetimi, uluslararası kamuoyunu yanıltmak için sofistike dezenformasyon kampanyaları yürütmekte, sahte tanıklar ve “mutlu Uygur” imajları yaratan propaganda filmleri kullanmaktadır. Ancak, bu inkâr politikası, uydu görüntüleri, sızdırılan resmi belgeler, binlerce tanık ifadesi ve akademik araştırmalarla çelişmektedir. Çin hükümeti, iddialarının aksine, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası bağımsız gözlemcilerin ve araştırmacıların Doğu Türkistan’a serbestçe ve koşulsuz erişimini engellemektedir. Nadiren izin verilen ziyaretler ise sıkı bir şekilde kontrol edilmekte ve önceden belirlenmiş, “temizlenmiş” bölgelerle sınırlı tutulmaktadır. Buna rağmen, birçok cesur akademisyen, gazeteci ve insan hakları savunucusu, büyük riskler alarak uzaktan algılama teknolojileri, açık kaynak istihbaratı, sızdırılan belgelerin analizi ve diaspora üyeleriyle yapılan mülakatlar yoluyla gerçeği ortaya çıkarmak için mücadele etmektedir. Çin’in tüm engelleme çabalarına rağmen, bugün yayımlananlar da dahil olmak üzere bu bağımsız araştırmacılar, zorla çalıştırma sisteminin işleyişini ve boyutlarını büyük ölçüde kanıtlamayı başarmışlardır ve Pekin yönetiminin inkârlarını boşa çıkarmışlardır.
Yeni raporlarla bir kez daha teyit edilen Uygur zorunlu çalıştırması, 21. yüzyılda insanlığın yüzleştiği en ciddi insan hakları krizlerinden biridir. Çin’in inkâr politikaları ve bağımsız araştırmalara yönelik engellemeleri, uluslararası toplumun bu konudaki sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Hükümetler, uluslararası kuruluşlar, şirketler ve sivil toplum, bu sistematik zulme son vermek için somut adımlar atmalıdır. Bu adımlar arasında, zorla çalıştırılarak üretilen mallara karşı küresel yaptırımlar, şirketler için bağlayıcı durum tespiti yükümlülükleri, faillerin uluslararası hukuk önünde hesap vermesini sağlayacak mekanizmaların kurulması ve Çin hükümetine yönelik koordineli diplomatik baskının artırılması yer almalıdır. Sessizlik ve eylemsizlik, bu insanlık suçunun devamına göz yummak anlamına gelecektir. Evrensel insan hakları ve insani değerler adına, acil ve kararlı bir uluslararası müdahale şarttır.
Kaynak: Uygur Araştırma Enstitüsü
30 Mayıs 2025