Uygur Kültürünün Yok Edilmesi ve Zorunlu Gözaltı Kampları – Soykırım Gerçeğinin Ortaya Çıkarılması

Uygurlu göstericiler, 1 Ekim 2020’de İstanbul’da düzenlenen Çin karşıtı protestoya katılıyor. [Dosya: Murad Sezer/Reuters]

Türkistan Times, 10 Haziran, Tokyo: Japonya Uygur Derneği (JUA) tarafından 30 Mayıs 2025 tarihinde yayınlanan "Uygurların Tarihi, Kültürü ve Hayatta Kalma Mücadelesi: Unutulma ve Direniş Arasında" başlıklı yeni rapor, Çin hükümetinin Uygur Özerk Bölgesi (Şinjiang Uygur Özerk Bölgesi) olarak adlandırdığı bölgede yürüttüğü geniş çaplı ve sistematik insan hakları ihlallerinin, kültürel ve dini baskının, ayrıca etnik soykırım politikalarının kesintisiz devam ettiğini bir kez daha ortaya koydu. Bu rapor, çok sayıda yeni bilgi, tanıklık ve sızdırılmış hükümet belgesine dayanarak hazırlanmış olup, Uygur halkının karşı karşıya kaldığı ciddi krizin gerçek mahiyetini anlamak için son derece önemlidir.

Raporun giriş bölümünde, Doğu Türkistan'ın kadim tarihi, coğrafi konumu, zengin kaynakları ve çok uluslu kültürü kısaca anlatılmıştır. Ayrıca, 20. yüzyıldan itibaren Çin egemenliği altında Uygurların ulusal ve dini baskıya maruz kaldığı, ekonomik yapı ve nüfus yapısında büyük değişikliklerin yaşandığı belirtilmiştir. Raporda vurgulandığı üzere, son yıllarda Uygurlara yönelik uygulanan gözetim, zorla çalıştırma, asimilasyon politikaları, kültürel yıkım gibi gerçekler, uluslararası toplumun çeşitli soruşturmaları ve tanıklıklar aracılığıyla ortaya çıkarılmış ve BM, çeşitli ülke hükümetleri ve uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından "ciddi insan hakları ihlalleri" olarak nitelendirilmiştir.

Zorunlu Gözaltı Kamplarının Gerçekliği Güçleniyor

Raporun 6. bölümünde, "Zorunlu Gözaltı Kampları" gerçeğine geniş yer verilmiştir. Rapora göre, Çin, 2017 yılından itibaren Doğu Türkistan'da geniş çaplı zorunlu gözaltı kampları kurmuştur ve rapora dayanarak, bu kamplarda en az 3 milyon Uygur ve diğer Türk kökenli kişilerin zorla tutulduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, bu kampların sayısı ve boyutlarının ifşa edildiği, yeni bilgilere göre her ilçede en az 5 tutuklama merkezinin bulunduğu, bazılarının binlerce, hatta on binlerce kişiyi ağırlayabildiği ifade edilmiştir.

Rapor, kampların içinde nelerin olduğuna dair detaylar vermiş; tutukluların sıkı gözetim altında olduğu, Çin Komünist Partisi ideolojisi ve Çin dili öğrenmeye zorlandığı, ayrıca işkence, uyku yoksunluğu, yemek kısıtlaması, kelepçeleme gibi fiziksel ve psikolojik kötü muamelenin günlük yaşamın bir parçası haline geldiği anlatılmıştır. Raporda özellikle belirtildiği üzere, kadınlara yönelik cinsel şiddet de günlük bir durum olup, birkaç kadın tutuklunun kamplarda gardiyanlar tarafından toplu tecavüze uğradığına dair tanıklıkta bulunduğu kaydedilmiştir. Bu tanıklıkların birbiriyle örtüştüğü ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının da bu tür durumları doğruladığı vurgulanmıştır.

Zorla Kısırlaştırma ve Organ Avı Dehşeti

Raporda verilen yeni bilgilere göre, kampa kapatılan tüm kadınların zorla kısırlaştırıldığı, yumurtalıklarına ilaç verildiği, beş yaşından kırk yaşına kadar olan kadınlara zorla kısırlaştırma operasyonu yapıldığına dair çok sayıda tanıklık bulunmaktadır. Bu politikanın, Uygur nüfusunu kasten azaltmak için kullanıldığı açıktır.

Raporda ayrıca, kamplarda ölüm olaylarının arttığı belirtilmiştir. Bazı yaşlıların cesetleri dışında, cesetlerin ailelere verilmediği, yeni inşa edilen "ceset imha merkezleri"nde yakıldığı, ayrıca organ ticareti için cesetlerden organ alındığına dair bilgilerin bulunduğu ifade edilmiştir. Rapor, kanıt olarak Kaşgar Havaalanı'nda görülen "insan organı taşıma yolu", "insan organı bağışı, organ nakli havacılık güvenliği garanti prosedürü" gibi tabelaların, devletin insanlardan zorla organ aldığını kanıtladığını kaydetmiştir.

Kültürün Yok Edilmesi ve Kimliğin Kaybı

Raporun 11. bölümünde, Çin hükümetinin Uygur kültürünü yok etme politikalarına geniş yer verilmiştir. Rapora göre, bu politika Uygurları zorla asimile etmeyi amaçlamaktadır. Erkeklerin sakal bırakması, kadınların peçe ve uzun etek giymesi yasaklanmıştır. İnsanların geleneksel milli kıyafetleri zorla Çin kıyafetlerine dönüştürülmüştür. Raporda anlatıldığı üzere, camiler geniş çapta yıkılmış, yıkılmayanlara yukarıdan gözetim kameraları ve Çin bayrağı yerleştirilmiştir. 18 yaş altındakilere, öğrencilere, memurlara ve diğerlerine namaz kılmak, oruç tutmak yasaklanmıştır. "İslami" isimler vermek yasaklanmış ve zorla isim değiştirme uygulanmıştır. Raporda ayrıca, mezarlıkların yıkılarak Uygurların tarihi bağlarının koparılmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Yer isimlerinin Çince isimlere değiştirilmesi de bu politikanın bir parçasıdır.

Aydınların Hedef Alınması ve Çocukların Ayrılması

Raporun önemli noktalarından biri olarak, Uygur kültürünü korumada önemli rol oynayan aydınların kasıtlı olarak hedef alındığı belirtilmiştir. Rapora göre, Nisan 2017'den bu yana yaklaşık 386 Uygur aydınının "alıkonulduğu, hapse atıldığı, zorla kaybedildiği" ve bunlardan en az 5'inin alıkonulduğu süre içinde hayatını kaybettiği kanıtlanmıştır. Raporda ayrıca, Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen ekonomist İlham Tohti'nin 2014 yılında ömür boyu hapse mahkum edildiğine dair örnek verilmiştir.

Raporda en acı verici durumlardan biri olarak, ebeveynleri alıkonulan Uygur çocuklarının, yani "yetim kalanların", devlet denetimindeki kreşlere, yatılı okullara ve diğer kurumlara zorla alındığı anlatılmıştır. Raporda verilen bilgilere göre, bu kurumlarda çocuklar merkezi olarak Çin dili ve Çin Komünist Partisi ideolojisi doğrultusunda eğitilmiştir. Bu politikanın, "nesilleri ayırma" yoluyla Uygur toplumunun bütünlüğünü ve kültürel kimliğin bağını koparmayı amaçladığı vurgulanmıştır.

Yurt Dışındaki Uygurlar da Gözetim Objesi Oldu

Raporun 10. bölümünde, Çin hükümetinin Uygurlara yönelik yüksek düzeyli gözetiminin sadece Doğu Türkistan'da yaşayan Uygurların özgürlüğünü baskılamakla kalmayıp, yurt dışında yaşayan Uygurları da derinden etkilediği anlatılmıştır. Rapora göre, Çin hükümeti aileyi rehin alma yöntemiyle, yurt dışındaki Uygurları insan hakları aktivistlerini gözetlemeye ve bilgi vermeye zorlamış, Uygur toplumunu parçalamaya çalışmıştır. Raporda verilen örnekler arasında, İngiltere'ye kaçan bir Uygur'un ailesiyle iletişimi kesildikten sonra, polisin müdahalesiyle görüntülü telefonla iletişim kurduğu, ancak bu iletişimin de tamamen polisin kontrolünde olduğu ve casusluk yapmaya zorlandığı anlatılmıştır.

Raporda ayrıca, Japonya'daki Uygurların da Çin hükümetinin gözetimi ve tehdidi altında olduğu kaydedilmiştir. Japonya Uygur Derneği Başkanı Letip Ahmet'in, sokak etkinliklerinde, tanıklık verme toplantılarında, hatta sergilerde bile "Çinliye benzeyen kişilerin gizlice fotoğraf çektiği", polisin Uygurları gözetleyerek ifade özgürlüğünü boğmasına izin vermediği hakkında açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir.

Sonuç: Soykırımı Durdurma Çağrısı

Japonya Uygur Derneği tarafından yayınlanan bu yeni rapor, Çin hükümetinin Uygurlara yönelik politikalarının, ulusal yok etmeye yönelik bir soykırım olduğunu bir kez daha açıkça göstermiştir. Raporda vurgulandığı üzere, zorunlu gözaltı kampları, kültürel yıkım, dini baskı, zorla çalıştırma ve yurt dışındaki Uygurlara uygulanan baskıların hepsi, bütüncül, sistematik bir planın parçasıdır.

Raporun sonunda, Çin hükümetinin "insanlığa karşı suç" işlediği kaydedilerek, uluslararası toplum ve Japonya hükümeti Çin'in bu eylemlerini kınamaya, kampları kapatmaya, tüm alıkonulanları derhal serbest bırakmaya çağrılmıştır. Bu çağrı, Uygur milletinin bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıya olduğunu hatırlatarak, dünya barışı için de bu meselenin çözülmesinin önemini vurgulamıştır.

 

Raporun tam metnini buradan görebilirsiniz.